Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2018 Biterken

2018 bana iyi davrandı. Harika insanlar tanıdım. Hiç gitmediğim ülkelere gittim. İlk albümüm çıktı. Kitabım çıktı. Konuşmalar yaptım. Radyolara çıktım. Hepsi için hayata minnettarım. Peki ben olmak istediğim kişi olabildim mi? Kendimle gurur duyuyor muyum? Çok şey başardım mı? (Ve başarı önemli mi?) Bazen evet, bazen hayır. Bazen hayal ettiklerimden daha fazlası olduğumu düşünüyorum, bazense yanına bile yaklaşamadığımı. Belki de normal olan budur, bilmiyorum. Ama denemeye devam ediyorum. Kendimi dinlemeye devam ediyorum. Üretmeye, paylaşmaya, devam etmeye devam ediyorum. Hatalar da yapıyorum. Yabancı dil öğrenenlere tavsiye olarak “hata yapmaktan kaçmanın en garanti yolu susmaktır” demiş Ulrike Arras. O yüzden kusurlu olmak için iznimiz var. Ya da sonsuza dek susmamız gerekiyor. Ben hayatı, “kaçırırsam tekrarını vermeyecekler” enerjisiyle yaşamayı seviyorum. Dolu dolu sarılmayı. Kana kana içmeyi. Sıkı sıkı kucaklamayı. “Üretmeden durduğumda hayatı haketmiyorum gibi geliyor” diye y

Bir Etyemezin Hayvanat Bahçesi İle İmtihanı

Hayatımda doğru düzgün hayvanat bahçesine gitmemiştim ben. Çocukluktan hatırladığım hayal meyal sadece kuşların olduğu bir yer. Yetişkin olduğumda ise Macaristan’da arkadaşlarla gittiğimiz Szeged hayvanat bahçesi. Aklımda kalan, ağaçlardan ağaçlara sallanan maymunlar ve onların mutlu (serbest, özgür vs) olduğunu düşünmüş olmam. Hatta “ne güzel, hayvanat bahçesi sandığım gibi hayvanların kafeslerin içine kapatıldığı bir yer değilmiş artık” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yıllar sonra Münih’e yerleştiğimde büyük bir hayvanat bahçesi olduğunu öğrendim. Hayvanları çok sevdiğim için hemen gitmek istedim. Benim gibi Münih’e yerleşmiş İsveç’li bir arkadaşım ile “Münih’te keşfedecek yerler” listesi yaparken ona bundan bahsettim. O da bana hayvanat bahçelerine karşı olduğunu söyledi. “Nasıl yani?” diye sorunca hayvanların bizim için belli alanlara kapatılıp izlenmeye açık hale getirilmesi fikrine karşı olduğunu söyledi. Bu konuyla ilk yüzleşmem sanırım o zamanlar olmuştu. Bu konuşmadan

Bütünsel Bitkisel Beslenme Kampı Hakkında

İstanbul’u çok sevdiğim bir arkadaşımın kötü yönlerini dile getirir gibi tatlı tatlı eleştirmeyi severim.  “Sana ne zaman gelsem kirlenmiş gibi hissediyorum kendimi”  “Çok iyisin ama bir de kalabalığın olmasa?” “Çok iyisin ama şu yeşilini de bi korutsaydın arkadaş.”  “Biraz kızgınsın seni de anlıyorum. Hep beraber kalkıp gitsek bi mola versen iyi olur aslında. Acaba bi’ uzanıp gelsen mi sen?”  Kafamı böylesi sesler, saçlarımı (eski şampuan reklamlarındaki gibi) egzoz dumanları domine ederken karşıma bir kamp fırsatı çıktı. Erdek - Büyükova’da Bütünsel Bitkisel Beslenme ile Arınma ve İnziva Kampı olduğunu duyunca çok mutlu oldum. Diyetisyen Kevser Başkara ile Karadut Kapıdağ’dan Ozan çok güzel bir iş çıkarmışlar. Benzer kafada düşünen, aynı yerlere bakan güzel insanlar olarak buluşup, tanışıp, çok güzel hikayeler dinleme şansı yakaladık. Bitkisel beslenme hakkında uzun uzun konuştuk. Sabahları açık havada yoga eğitmeni Pınar Serçe eşliğinde yoga ve meditasyon yaptık. T

Vegan Diyetisyen Kevser Başkara ile Sohbet

Vegan Diyetisyen Kevser Başkara Büyükova'da keyifli, minimini bir sohbet gerçekleştirdik. İkimize de birinci üniversitelerimiz yetmemiş, kendimizi bulmak adına ikincilere başlamışız. Sohbet buradan başladı; başarı, öğrenmek, kendini tanımak, kendini geliştirmek ve başarmak konuları üzerinde gelişti. Siz de onu belki benim gibi Vegan Diyetisyen sayfası ile tanıyorsunuz, ama bilmediğimiz bir de Matematikçi geçmişi varmış :)  Sohbetimize katılmak isterseniz memnun olurum. Sizin için kazanmak ve başarmak ne demek? Üniversite okuduysanız eğer, okuduğunuz bölümden memnun muydunuz? Yoksa sadece üniversite diploması olsun diye mi okudunuz? Üniversite henüz okumadıysanız, hangi bölümde okumak isterdiniz? Neden? Sizce üniversite insana neler kazandırmalı? Sevdiğiniz işi yaptığınızı düşünüyor musunuz? İnsanın kendisi bulması sizce ne demek? Yorumlarınızı aşağıya bekliyorum.

İstanbul Demek

Hayallerim büyük, bavulum küçüktü. Sığamadım bu şehirlere, dayanamadım ATM kuyruklarında beklemeye, gönül koydum süt içip süt içirenlere. Sadece kulağımda müzik, aklımda hikayeler varken katlanabiliyordum ben sizlere, omzunda gül olan assolistlere ve yeşil dağlardaki beş yıldızlı tesislere.  Sen gezip, öğrenip, kendini geliştirdikten sonra onların ilk soruları şu olur: “Askerlik n’oldu?”. Kendine biraz renk, biraz bilgi katarsan arkandan söz olur: “O evlenmedi mi hala, n’oldu?” Bandırma Erdek arası yanındaki dövmeliye seferin ne kadar süreceğini sorarsın, kafasını döndürmeden cevap verir: “15-20 en fazla, n’oldu?” Kendimi ya Boğaz’da teknede caz dinlerken ya Ümraniye’de otobüs beklerken buluyorum. Farkediyorum ki benim de kafam çok karışıyor. Pardon, biz iki çay söylemiştik, onlar n’oldu? Zaten İstanbul demek karmaşıklık demek. Ucundan ucuna giderken ülke ülke gezer gibi hissetmek demek. İstanbul demek sıradaki vapur gelene kadar 10 dakika varsa hemen bir yerlerde çay içebilm

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ

Düşünme.ler.

Düşünme.bir. Bugünün katilleri, çocuk tecavüzcüleri, hayvan eziyetçileri dünün çocuklarıydı. O yüzden derdimiz dünyadan bu insanları azaltmaksa çözüm idam etmek değil, o çocukları baştan hiç doğurmamak olmamalı mı? Ülke olarak kafamızı ellerimizin altına alıp "Neden bu olayları biz yaşıyoruz, misal Danimarka değil?" diye düşünmek olmamalı mı? Madem derdimiz birşeyler değiştirmek, önce kendimizden başlamamalı mı? Çocuğumuz olmasa da hepimiz en az 3 çocuk geliştirme ve psikoloji kitabı okuyarak başlayalım işe mesela. Alanis Morissette’in I Was Hoping şarkısının MTV Unplugged versiyonunu dinleyelim ve kendimize soralım: Özümüzde kötü müyüz? İyi ve kötü, doğru ve yanlış var mı? Empati sınırlarımız nerede başlıyor, nerede bitiyor?  Düşünme.iki. Geçtiğimiz aylarda gittiğim Romanya seyahatinde, kaldığımız evde kafesin içinde bir kuş vardı. Onun sabahları uzun uzun şakıması içime oturdu. Kafesteki kuş. Nasıl bahtsızsın sen böyle? Ne yapsam ben seninle? Bıraksam uçsan gö

The Kyiv Pride Diary

I must admit, I had not known much about the city of Kyiv (nor Ukraine as a country) when I saw the invitation from Munich Kyiv Queer for joining the Pride March with them. I immediately said ‘Yes!’ with great excitement. I knew that it would be nothing like Pride parade in Munich, where the event is a big celebration of diversity. But it hit me only a few days before I flew that marching could also be ‘a little bit’ dangerous when I read the safety instructions, distributed by Kyiv Queer activists. I read that extremist groups would not just try to stop the parade, but they would also take photos of participants of the Pride Parade in order to attack them later on the streets. Our safety guide suggested a dress code. We were also urged to have in bag pack and to learn how to protect the skin from the gas in case the groups attacked us. Now listen, I am a kind of boy, who is passionate about human rights and love fighting for them. But do not assume that I find myself on the stre

Ümitvâr'ın Hikayesi

90’lı yıllar. Türkçe pop müzik almış başını yürümüş. Benim de en büyük hayalim büyüyünce onlardan biri olmak. Öyle şarkılar yapmak, çalmak, söylemek. Hatta Ali var, ortaokuldaki en samimi arkadaşım. Okul çıkışı hep planlar yapıyoruz, nasıl Türk popunun yeni yıldızları olabiliriz diye. Bazen de beraber şarkılar söylüyoruz okuldan sonra, eve dönüşlerde. Ortaokuldan sonra, ergenlikti, liseydi derken, hayat bir şekilde beklediğimden farklı gelişti ve kendimi üniversitede Turizm ve Otelcilik okurken buldum. Onu da sevdim, çok da güzel vakit geçirdim - ama içimdeki çocuğu bir yerden sonra daha fazla susturamadım. Aklım başına dank ettiğinde üniversiteyi bitirmek üzereydim. Hatta güzel bir iş bile bulmuştum. Ama ne olduysa o ara oldu. Kime, neye, nasıl tutundum bilmiyorum, fakat “Ben müzisyen olmak istiyorum” dedim. “En lüks otelde, en üst pozisyonda süper paralar kazanacağıma, bir okulda müzik öğretmeni olmak çok daha değerlidir” benim için dedim ve ikinci üniversitemi okumaya karar

Alanis Morissette Konseri

Dün içimdeki 13 yaşındaki ergeni aldım ve beraber Münih’te Alanis Morisette konserine gittik. Hani bazen bir sanatçıyı çok seversiniz, şarkılarının hepsini ezbere bilirsiniz, bir yerde denk getirir konserine gidersiniz de hayal kırıklığı olur ya, konserden önce bu korkuyu yaşamadım değil. Ben çünkü onu sadece 90’lardaki Jagged Little Pill’i ve arkasından gelen Uninvited, Thank You gibi hitleri ile sevmedim; sonra yaptığı işlerle de hep takip ettim. So Pure klibindeki danslarına hayran kaldım, bir aşıkta aradığı 21 özelliği anlattığı şarkısı ile üniversite zamanı Antalya-İstanbul yollarını arşınladım, blog yazılarını okudum, kişisel gelişim podcast’lerini dinledim, hatta bir dönem Guardian’da yazdığı Güzin Abla tadındaki köşesine bile (göz ucuyla da olsa) baktım. Alanis şarkılarında kişisel gelişim, psikoloji, varoluş gibi konulardan bahseder. Mesela I Was Hoping’de yargılama temasını, büyük ihtimal ilişki içinde olduğu evli bir adamla restoranda yaptığı konuşma üzerinden i

Sonunda Patlayan Yılın Skandalı Üzerine

Dün Münih’te Onur Yürüyüşü oldu, sevenler elele tutuştu; sokaklar aşkla, sevgiyle coştu. 175.000 katılımcı ile barış dolu, rengarenk bir festival yaşadık yine her sene olduğu gibi. Herkes aşkını nasıl yaşamak istediğini gülerek, eğlenerek, şarkı söyleyerek birbirine ilan etti. Ben geçtiğimiz ay gidip destek verdiğim Münih Kyiv grubu ile yürüyüşe katıldım. Sanatçı Noemi Lawrence’ın Ukrayna’dan gelen katılımcılar ile beraber hazırladığı kocaman bir yürüyen kalbimiz vardı bölmemizde. Yürürken bir taraftan insanlara minik kağıtlar dağıttık ki isteyen herkes kendi kalplerinin içinde yazanı bir de kağıda yazıp yürüyen kalbin üstüne yapıştırabilsin diye. Bence içimizde derinlerde tuttuğumuz hisler gözümüzün önünde de durunca daha da kolay oluyor anlamak ne kadar birbirimize benziyoruz, ne kadar aynıyız. Aynı saatlerde Türkiye iki kadının aşkını konuşuyordu Twitter’da. Haber ortaya çıkınca biri işinden kovuldu, diğerinin de çocuğunun elinden alınması ile ilgili haberler yapıldı. Söz

Amigdala Rapsodi

Önce kızıyorum, sonra geçiyor. Fırtına yerini durgun sulara bırakıyor. O zamanlar daha çok seviyorum seni. Ama gel gör ki bu hayat beni zaman zaman yoruyor. Gölde kano ile giderken üstüme su fışkırtıyor. “Ben seni istemiyorum” dersem içimde bir yerler ağlıyor. “Sen ağlama dayanamam” deyince de boğazına kuvvet bağırıyor.  Ne zaman beraber yürüsek sen durup bir çiçeğe bakıyorsun. Beni dinlemediğin için kızıp laflarımı yanında bi sakinleştirici ile yutuyorum. Sonra hatırlıyorum, her şey amigdaladan. Primitif amigdalalardan. Beni korumaya çalışırken paraşütlerimi elimden alanlardan. Siz bırakın beni, yaşıyorum bir şekilde. Peki ya ne yapsak o boğazlarına basılan kedilerle, bacakları kesilen köpeklerle ve sütleri ellerinden alınan ineklerle? Sevmek dokunmak değil mi? O zaman biraz dokun ki sevdiğin belli olsun. Ama tiyatroma dokunma, konservatuvarıma dokunma, sanatıma dokunma. Zaten bebek hala ağlıyor, uçak inemiyor, yemeğim gelmiyor. Bana dokun ama keyfime dokunma. Bebeğin sesi git

Yeni video: Bepanthen

Son zamanlarda ev yapımı videolara taktım kafayı. Aslında eskiden beri hep vardı bu tutkum, ama eskiden bu işler benim için zordu. Ne zaman bilgisayarda Movie Maker’ı açsam bilgisayar donardı. Zaten cep telefonları ile aklıma esen, ilham aldığım her yerde çekim yapma gibi şansım da yoktu. Şimdi öyle değil. Elimizdeki oyuncaklar yaratıcılığımızı tetikledikçe tetikliyor. Ben de yaptığım şarkılar sadece Spotify’da durmasın, Youtube’da da güzel görüntüler eşliğinde insanlarla buluşsun diye kendi elimden geldiğince birşeyler yapıp atıyorum ortalara. Bunlardan sonuncusu Bepanthen. Bepanthen geçtiğimiz Şubat ayında çıkarttığım Ümitvâr albümünün sonunda yer alan bir şarkı. Geçtiğimiz yaz yaptığım Türkiye seyahatinde çektiğim videoları birleştirip bu klipçiği yaptım. Şarkıyı bundan birkaç yaz önce, üstüste birkaç kaza atlatıp her tarafıma Bepanthen sürmek zorunda kaldığım bir dönemde yapmıştım.   Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı ve önerilerizi beklerim.  Sevgiler,  Sezgin

Hayvanlar Alemi

Artık sosyal medyamı kontrol ederken hayvan resimleri görmekten korkuyorum. Bacakları kesilmiş masum bakışlı köpek, tecavüze uğramış kedi, mezbahadan kaçan inek. Bunları gördükçe hayvanlardan insan olduğum için özür dilemek istiyorum. Ne kadar utansam o köpeğin bakışlarını aklımdan çıkarabilirim? Ne kadar üzülsem o tecavüze uğrayan kedili haberi gördüğümü unutabilirim? Ne kadar hayvan yemesem bir yılda yemek için kesilen hayvan sayısını aklımdan çıkarabilirim? Cevap basit. Hiçbir zaman.  En son olayların hepsinden çıkarabileceğim bir pozitif sonuç varsa, herkesin aklına, kalbine, diline “hayvan hakları” teriminin biraz daha yerleşmiş olması.   Bu güzel birşey. Ama nerede başlıyor ve nerede bitiyor bu haklar? Köpeğe saygılı olduğumuz kadar hamamböceğine de saygı duyuyor muyuz? Karıncayı incitmediğimiz kadar örümcekleri de umursuyor muyuz? Kedileri yemediğimiz kadar inekleri, kuzuları, keçileri de kolluyor muyuz? Sahiden hayvan haklarından mı konuşuyoruz yoksa sadece *bazı* h

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Neydi Adı?

Çok hüzünlü, buruk, ağlayan bir mide ile uyandım bu sabah. Neydi bunun adı? Uykusuzluk? Çok çalışma? Stres? Ev özlemi? Çocukluğumu gördüm rüyamda. Kadıköy’deki evimizi. Ailemizin bir parçası gibi gördüğümüz üst kat komşularımızı. Ne güzeldi komşuluk Kadıköy’de. Okuldan eve gelince annem evde yoksa üst katın zilini çalar; annem gelene kadar Cemile Teyze ile otururdum. Ne annemin ne de Cemile Teyze’nin cep telefonları olmadığı için, annemin nerede olduğundan tam emin olmazdık. Ama dert edilmezdi; ya market alışverişinden dönmek üzereydi, ya anneanneme uğramıştı, ya da önemli bir işi vardı. Zaten pamuk saçlı Cemile Teyze ile sohbet etmek de çok keyifliydi. Sonra yaz tatillerinde annemle geç uyanmalarımız vardı bizim. Erken kalkmayı sevmezdik; keyif yapardık 11’lere kadar. Bazı günler kalkıp Sabah Şekerleri’ni seyrederdim. Murat Başoğlu’nun linç edilmediği, nefretimizi tweet atmak yerine, sevgimizi faks çektiğimiz dönemlerdi. Özlem Tekin konuk olmuştu bir keresinde, daha ilk albümünün

Yılbaşı değil Yıldeğişimi

Yılbaşının bir çok anlamı olmuştur benim için. Başlangıçlar, hayaller, planlar, kararlar, umutlar. Sadece yeni yıldan değil, yeni yıla girilen akşamdan beklentilerim de büyük olmuştur. Çok gülmeli, çünkü gülmek beynimize mutlu olduğumuz mesajını gönderir. Çok içmeli, çünkü hayatın bizi savurduğu yerleri, olamadığımız kişileri, çöpe attığımız hayallerimizi başka türlü unutamayız hızlıca bir gecede. Çok güzel planlanmalı, çünkü es kaza da olsa sıkıcı bir partiye denk gelmemeliyiz. Çok eğlenmeli, çünkü yeni yıla nasıl girersek tüm yıl öyle geçer. Yılbaşı akşamlarının getirdiği yüzeysellik ve sürekli çok eğleniyormuş gibi yapmak beni hep rahatsız ediyordu ve yoruyordu. İçe dönük (introvert) bir insan olarak, uzun zamandır hayalimdeki yılbaşında sadece sessizce oturmak ve meditasyon yapmak vardı. Fakat ilişki, seyahat ve ortak planlar gereği son birkaç senedir buna fırsatım olmadı ve kendi sınırlarımı (pek de farkında olmadan) zorladım. Biz içe dönükler genelde azınlık olduğumuz,