Ana içeriğe atla

in a manner of speaking, i just want to say..



Macaristan'da Erasmus yaparken, İtalyan bi arkadaşım sayesinde keşfetmiştim Nouvelle Vague'u. Kimdirler, nedirler, yaptıkları müziğin adı nedir bilmeden, Budapeşte sokaklarında dinleyip durmuştum. Pek de sevmiştim. Sonra Türkiye'ye dönüp, haklarında bişeyler öğrenmeye başlayınca, gördüm ki, bu grubu tek bilen ben değilmişim. Baya bi insan sever, takip edermiş. Her sene İstanbul'a gelirlermiş, bikaç gün içinde tüm biletler bitermiş.

Sabrettim, yılmadım, dün gece nihayet yakaladım Nouvelle Vague'u. İki seksi hatun, pek de güzel canlı icra ettiler şarkıları. Too Drunk To Fuck, Guns Of Brixton, Friday Night Saturday Morning gibi hitlerle biz ordan oraya savrulurken, konserin sonuna geldiğimizi açıkladılar, ama kimse yemedi tabi. Lakin onlar bizi başka bi konuda yedi. 3 kere bise gelmelerine ve 2 'şer şarkıyla bis yapmalarına rağmen, bir türlü, herkesin çığlık çığlığa ismini bağırdığı In A Manner Of Speaking'i söylemediler. Tabi ki biz de bunu şaka sandık. Fakat en son bisten sonra, geri gelmeyeceklerine ikna olunca, kimi kızgın kimi boynu bükük insan topluluğu kapıya yöneldik. Ama durmayan çığlıklara ve seslere dayanamayan grup geri döndü. "Eh tamam artık bu sefer" dedik, ama her şey bu kadar basit değilmiş. dırıdıdın.

Snob fakat samimi solist, bize şarkıyı söylemek istediğini, fakat daha önce hiç söylemediğini, hiçbir hazırlık yapmadıklarını, sözlerini bile tam bilmediğini söyledi. "Ya yarım yamalak bunu söylerim, siz tamamlarsanız, ya da So Lonely' i yapalım adamakıllı" şeklinde teklifini sundu. Tabi ki herkes yarım yamalak da olsa In A Manner of speaking'i seçti. "Böyle rezalet olur mu, herkes bu şarkıyı dinlemeye gelmiş, nasıl hazırlanmazlar, aaa ne ayıp" gibi naralar atmadım, çünkü pek içten, pek de karşı konulmaz bi hatundu. Sözleri bilmeyen haliyle mırıl mırıl bişeyler debelenirken kendisi; Yasemin Mori, güzel sesi, fakat benim için tamamen negatif olan enerjisiyle sahneye atladı. Sözleri doğru söyledi ama tahminimce herkes sözleri yarım söyleyen asıl soliste takılı kaldı. Daha sonra da, önlerden kendisine kıyamayan yardımsever bi dinleyici, i phone'unu soliste uzattı, sözler oradan takip edildi, teknolojiye şükran duyguları iletildi ve "we made it!!!" çığlıkları eşliğinde konser tamamlandı.

Bana sorarsanız, o şarkıyı söylememiş olsa da, bildiğim bütün şarkılarını söyledikleri için, bana hoş bir gece yarattılar, arkalarından küfür edemem. Sound iyiydi, orkestra iyiydi, vokaller temizdi, kadınlar seksiydi, ortam güzeldi. In a manner of speaking, güzel bir konseri daha geride bıraktık.




Yorumlar

deniz dedi ki…
yasemin mori'yi nil karaibrahimgil ve pelin batu sınıfında mı değerlendirmeliyiz? ona göre tavır alıciim.
Sezgin dedi ki…
benim gözümde her ikisinden de bir üst mertebede kendisi, dünden beri.
ym > pb > nk

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ