Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zagreb, Aralık 2012

Genelde blog’umda gezip gördüğüm yerlerle ilgili olumlu şeyler yazarım, belki seyahat ederken pozitif bir ruh halinde olduğumdandır, belki de acımasız birşey yazmaya elim varmadığındandır; bilmiyorum. Ama herkese pekiyi veren her öğretmen gibi, içlerinden kimilerine yıldızlı pekiyi verme hakkını hala elimde bulunduruyorum. 2 yıl önce bana, “Avrupa’nın çeşitli şehirlerini gezeceksin, bil bakalım en çok hangisini seveceksin” deselerdi, inanın cevaplardan birinin Zagreb olacağı aklıma gelmezdi. 5 günlük kısa seyatime rağmen, o kadar ısındım ki bu şehre, şimdiden tekrar gitmek istediğim yerler listesine ekledim. Neden? Bir kere şehirde bir huzur var. İnsanlar yardımseverler. Karşımıza her gün elimizde haritalarla bizi görüp ya da etrafa şaşkın şaşkın baktığımızı hissedip yardımımıza koşmak isteyen en az bir insan çıktı karşımıza. Tabi, alışık olmadığımız için en başta yadırgadık, kötü niyetlerden şüphelendik. Sonra yanıldığımıza kanaat getirdik. Birçok insan ingilizce konuşuyor.

30 yaşa erken mektup

Sevgili 30 yaş, Eğri oturalım doğru konuşalım. Vaktimiz azalıyor, kozlarımızı paylaşmak için önümüzde bir sene kaldı hepi topu. Gel biz seninle uslu uslu, yavaş yavaş pazarlığımıza başlayalım. Hem oturup üstünde düşünecek vakit olsun. - Kalan saçlarımı artık bana bırak. Ha yok onları ille alacaksan, çıkan göbeğimi  ve sivilcelerimi de götür lütfen beraberinde. -  Kafa karışıklıklarım ve yüz kırışıklarım senin olsun. Yerine bol bol yaratıcı fikirler getir bana. - Elimde biraz cesaret stoğu var, ama ileride daha deli işlere kalkışırım ederim, 'artık yaşlandım edemem' derim, sen iyisi mi bi parti de ondan bırak bana. - Gezgin olmaktan yorulmadım, yorulmam da. Sen yeterki her gittiğim yerde heyecanlanacak birşeyler bulan ruh halimi aman ha elimden alma. Onun yerine sürekli plan yapan, kaygılanan, zihni meşgul olan adamı verim sana. - 30 yaşın bilgeliğini ver de, aman ha hantallığını verme bana. - Biz insanlık anlaması, çözmesi zor bir tür olmuşuz, sen iyisi mi bol

İsviçre'li Çikolata

"Her şeyini kaybetmeyi de öğreneceksin, geçici aranjmanlarız sonuçta" diyor Alanis bir şarkısında. Ben gezdiğim yerleri, gördüklerimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi ne kadar arşivlersem arşivleyeyim, bir gün hepsi bozulan bir hard disk sesiyle kaybolabilirler; biliyorum. Yine de şu an otobüste oturmuş pencereden Alpler'in olağanüstü görüntüsünü seyrederken, bu seyahat yaşadıklarımı nerelere kaydetsem de silemesem diye düşünmeden edemiyorum. İsviçre'de gördüğüm olağanüstü doğa manzaraları, bana en iyi objektiflerin en pahalı fotoğraf makinelerinde değil, kendi gözlerimizin içinde olduğunu öğretti / hatırlattı. Gittiğimiz yerlerde elimizden düşürmediğimiz, 5 saniyede bir deklanşörüne bastığımız kameralarımızın, aslında biz ileride beynimizin labirentinde kaybolup da o şahane anları unutmayalım diye bize yol gösteren bir araç olduğunu ne ara unuttuk, vallahi bilemiyorum. Yoksa nasıl olur da İsviçre'de duyduğum 4 sesli enfes müziği fotoğraflarıma kaydedebiliri

I felt sLOVEnia

İnsanın en büyük ilhamı yine insan.  Ne kadar temas ederse birbiri ile o kadar bütünleşiyor evren ile.  Bundan olabilir seyahat etmeyi, yeni diller öğrenmeyi, trende sohbet etmeyi seviyor olmam. Fiziken bana çok uzak olmasa da, kültürüyle, diliyle, tarihiyle hakkında -önceden- yeterli bilgiye sahip olmadığım için bana Hindistan'dan daha uzak gözüken Slovenya'ya seyahatim, tam da bu sebepten ruhuma çok iyi geldi. Neler yaptım da iyi geldi? Mesela, - Misafiri olduğum okulun dans eden, şarkı söyleyen, yemek pişiren, duvarları boyayan, tiyatro yapan harika öğrencilerini izledim. O kadar etkilendim ki gözlerim doldu.  Bu yeteneklerin aslında her yerde olduğunu, ama insanların içlerini dışlarını çıkartmanın marifet olduğunu bildiğim için, okulun eğitmenlerini yürekten tebrik ettim. Nuri Bilge Ceylan'ın tanımladığı gibi 'benim yalnız ve güzel ülkemde' de böyle yetenek keşifleri çoğalsa, öğrenciler öğretmenlerden korkmasa, nice cevherler orataya saçılsa diye düşündü

30 gün

Matt Cutts, Google'da çalışıyor.  Bilgisayar bilimcisi. Muhtemelen çok önemli işler yapıyor.  Ama bana ilham olmasının sebebi, tam olarak yaptığı işle alakalı değil, kendi hayatını nasıl güzelleştirdiği ile ilgili. Hayatının çok rutin gittiğini farkettiği bir gün, önüne 30'ar günlük hedefler koymaya karar vermiş. Yaşadığı hayatın her ayına farklı manalar yüklemiş. Bir ay vegan olmuş.  Bir ay her gün yeni bir kelime öğrenmiş. Bir ay her gün fotoğraf çekmiş. Bir ay minnettar olmuş. Bir ay günde 1667 kelime bularak 50,000 kelimelik bir roman yazmış.  Uçup giden aylar yerine, unutulmaz anılar yaratmış kendi kendine.  Hem kendine olan özgüveni artmış, hem de kendini bilgisayar başında pinekleyen bir kişiden, eğlence için işe bisikletle giden bir insana dönüşmenin mutluluğunu yaşamış. " Fikir aslında oldukça basit. Hayatına her zaman katmak istediğin bir şeyi düşün ve onu bir sonraki 30 günde dene " diyor TED konferansında yaptığı konuşmasında.

Uğra arada

Sana diyim, içimden yol yol haritalar geçiyordu, kalamadım, çıktım evimden. Biraz yürüsem, sağa sola baksam, içim açılırdı belki yeniden, ama duramadım, en az 5 tur koştum ben. Aşk dedim, kapısını çaldım, bir öğlen vakti güneş tam tepedeyken. Pek bi güzel seviştik onla, sohbetine doyamadım, çilekli turta yedim ellerinden.  O dedi, 'kimileri unutuyor arada'  tam ben oradan çıkarken. 'Ben hep evdeyim oysa, uğra ne zaman istersen' Uğrayacağım.

hamurcu insanlar

Venedik, 2011 Kimi insanlar var hani, üretip duruyorlar, hayatı bazen nota nota, bazen kelime kelime, bazen çizgi çizgi olarak algılayıp, geçtikleri yerlere irili ufaklı şeyler bırakıyorlar; oyun hamuru gibi. O hamurlar elden ele geziyor hani, kişi kişi el değiştiriyor, kimine ilham oluyor, kimine gözyaşı bırakıyor, sahip tanımıyorlar. Dur durak bilmeyen hamurcu insanlar onlar, hani her geçtikleri yere bir iz, bir koku bırakıyorlar, yine de dönüp arkalarına bakmıyorlar, "neler yapmışım, bi topliyim, şunların tadına bakayım, kendime hayran olayim" demiyorlar. İşte ben o insanlara gıpta ediyorum.

İstanbul

Ben seni bırakıp gidiyorum yine. Sense kıs kıs gülüyorsun nasıl olsa geri döneceğim diye. Tadımlık tüm sevdiklerimi kokladım, havanı bi kavanoza koydum, şimdi dönüyorum Münih'e. Sen ben dönene kadar kendini daha fazla kirlettirme. Hoşçakal...

Güzellese

Paris, 2011 "Dolu dolu yaşamak lazım hayatı" diyor içimdeki çocuk. Alıyor beni oradan oraya sürüklüyor. Bazen yerimde dururken, kalbimi dinliyorum, güm güm güm atıyor. Gelin bir de siz dinleyin, içeride sanki deprem oluyor. Hayat sırf Serdar Ortaç'ı değil, bazen beni de yoruyor. Ne gelirse başıma aynı anda 1 değil 5 yerde olmaya çalışmaktan geliyor. Bazen diyor ki içimdeki büyük, "arada dur, bir geriye bak. Neler yapmışsın özetle, yanlarına da birer altın tak." "Duramam keşfedecek çok şey var" diyor öteki soluklanmadan. Sonra ekliyor Hayyam'dan, "mutluluk iste, ömür dediğin bir an." Onlar öyle atışırken, bazen olan bana oluyor, araya girip bunları ayırayım dersem, bir iki yumruk da bana geliyor. Hasta yatağımda yatarken, ziyarete sayın terellli geliyor; ne bir çorba, ne bir şiir; olsa olsa kaygı getiriyor. Ey terelelli, 2011 'i devirdim ben, sende neler ne var ne yok? Kanımca 2012 'de bol neşe var, pek ke