"Her şeyini kaybetmeyi de öğreneceksin, geçici aranjmanlarız sonuçta" diyor Alanis bir şarkısında. Ben gezdiğim yerleri, gördüklerimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi ne kadar arşivlersem arşivleyeyim, bir gün hepsi bozulan bir hard disk sesiyle kaybolabilirler; biliyorum. Yine de şu an otobüste oturmuş pencereden Alpler'in olağanüstü görüntüsünü seyrederken, bu seyahat yaşadıklarımı nerelere kaydetsem de silemesem diye düşünmeden edemiyorum.
İsviçre'de gördüğüm olağanüstü doğa manzaraları, bana en iyi objektiflerin en pahalı fotoğraf makinelerinde değil, kendi gözlerimizin içinde olduğunu öğretti / hatırlattı. Gittiğimiz yerlerde elimizden düşürmediğimiz, 5 saniyede bir deklanşörüne bastığımız kameralarımızın, aslında biz ileride beynimizin labirentinde kaybolup da o şahane anları unutmayalım diye bize yol gösteren bir araç olduğunu ne ara unuttuk, vallahi bilemiyorum. Yoksa nasıl olur da İsviçre'de duyduğum 4 sesli enfes müziği fotoğraflarıma kaydedebilirim? Nasıl olur da 20 yıldan fazla bir süredir birarada olan bir koro içinde misafir korist olarak bulunmaktan dolayı hissettiğim gururu, onlara duyduğum saygıyı, kilise orgundan çıkan sesin tüylerimi diken diken edişini objektifimin içine sızdırırım? Nasıl olurda İsviçre'li dinleyicinin coşku dolu bis alkışlarını fotoğraflardan duyururum?
Her yolculukta, camdan dışarı bakarken kendimi bir filozof sanışımı ve hayat hakkında kestiğim sınırsız sayıdaki ahkamları bir tarafa bırakırsak, İsviçre'nin benim kalbimi çaldığını söyleyebilirim. Zaten İsviçre ve Alp'ler kelimelerini yanyana duymak, beni zaman makinesinde çocukluğuma ışınlıyor, kafamın içinde önce bir soprano "Milkaaaa doyulmaz tadına, İsviçre'li çikolataaa" diye şarkı söylüyor, sonra bir bariton "Alpler'den gelen nefis lezzet' diye lafları okuyor. İşte gün geldi o dağın tepelerine çıktım, o tepelerde adı Saas Fee olan bir köy ziyaret ettim. Almanca'ları o kadar anlaşılmaz ki, başka bir konuşuyorlar deseniz inanırım.
Fransızca konuşulan Sion'un ise küçük taşlı dar sokakları, nostaljik pencereli evleri, her yerden gözüken dağ manzarası var. Ne kadar yürüsem de bu şehrin sokaklarında, etrafı seyretmekten sıkılmam herhalde diye düşündüm orada gezerken.
Şimdi dönüş yolunda, yaşadığım once şeyi kelimelere sığdırmakla boğuşurken farkediyorum ki, bu seyahat bana, dünyadaki en şanslı insanlarından biri olduğumu tekrar hatırlattı. Hem şarkı söyledim, konser verdim; hem gezdim, gördüm, yeni insanlar tanıdım, farklı diller duydum. Kimileri belki doğuştan şanslı oluyor, kimileri ise benim gibi koşuyor koşuyor, şans denen şeyin yakasına yapışıyor. Sonra mı? Sonra böyle dağlara çıkıyor, inek resimleri çekiyor, ağzı kulaklarında bunları yazıyor, sizlerle paylaşıyor.
Yorumlar