Ana içeriğe atla

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi


Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu.


Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığınız bir enstrümanı sahne üzerinde kaydedip tekrar ettiren (yani loop’a alan) bir araç. Mesela bir ritm çalarsınız, o alttan devam ederken üstüne başka bir ritm eklersiniz, o ikisi devam ederken üstüne şarkı söylersiniz. En son popüler örneğini bu seneki Eurovision'da Netta, Toy şarkısında yapmıştı. Bizim şarkıda ise girişte Manu’nun gitarın üstünde attığı ritm, şarkı boyunca devam edecekti ve biz de üstüne iki gitarla eşlik edecektik. Şarkının başında tempoyu benim vermem gerekiyordu. Fakat ben heyecandan çok hızlı saydım ve Manu da o gazla şarkıya başlamış bulundu.  Bir kere başlayınca da durdurmak veya yavaşlatmak mümkün olmadı. En başta bir taraftan şarkıyı söyleyip bir taraftan da “ulen çok hızlı oldu bu, bir şeye benzeyecek mi acaba?” diye düşünürken, bir yerden sonra kendimi müziğe bıraktım ve performansın tadını çıkarmaya başladım. Nitekim iyi ki de yapmışım. Bu haliyle şarkı beklediğimden bambaşka bir kılığa büründü. Hüzünlü ve karanlık sözler canlı bir altyapı ile birleşince, anlamları farklı farklı parladı. Belki provalarda aklıma kendiliğinden gelmeyecek bir fikir, geldi beni sahne üzerinde buldu.

Kendini davet ettiren tek fikir şarkının temposu değildi. Sözlerin bir yerinde kullandığım bir kelime, ne kadar çok çalışırsam çalışayım şarkıyı söylerken hep aklımdan çıkıyordu. Belli ki ısınamamıştım, oturmamıştı şarkıya. Ama yenisini de bulamıyordum. “Umarım unutmam sahne üzerinde” falan derken, ağzımdan bambaşka bir kelime çıkıverdi konserde. Demek ki aradığım sihirli kelime buydu. Gelmek için de en uygun zaman olarak yine sahne üstünü tercih etmişti.

Müzik benim için zaten böyle birşey. Katı kurallarımı, doğrularımı, yanlışlarımı evde bırakmam gerekiyor. Şarkılar da benimle beraber büyüyorlar, evriliyorlar, değişiyorlar. Bazen yukarıda anlattığım örnekler gibi başlarına buyruk hareket ediyorlar. Ama kendimi onlara bıraktığım zaman, genelde beni yüzüstü bırakmıyorlar. 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor, konser kaydı ile Youtube’da. Umarım siz de seversiniz. Sırtınıza dikkat, sevgiler. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi.