Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Karton Adam

Fransız ev arkadaşım, yıllar önce sevdiği adam için kalkmış Münih'e gelmiş. Onca yılın sonunda, yaşadıkları ile hayal ettiklerinin aynı olmadığını görünce, zor da olsa “benden bu kadar” demiş. Az önce, kutu kutu paketlenmiş hayatını, dolu dolu gözleriyle yavaş yavaş dizerken duvarın dibine; “işte tüm hayatım bu” dedi bana sessizce. Onca yıllık ilişkinin karton kutularda bitmesine mi en çok üzülüyordu, o karton kutuları nereye nasıl sığdıracağının kararını verirken artık yanında kimsenin olmayışına mı, yoksa yıllarını bu adam uğruna karton karton kutularda evinden uzaklarda yaşadığına mı bilmiyorum. Zira, bazı büyük kararların sonunda, karton karton mutluluk taşırken insan evine, bazılarının sonunda damla damla gözyaşı akıtıyor içine. Diyeceğim şudur ki, kalktım Almanya'ya geldim, ama şu hayatı hala çözemedim.

Bir Ozel Okul Ogretmeninden İtiraflar

Münih'te çalıştığım okulun binalarından birkaçı ve bahçesi  Bu “parası olanların en iyi eğitimi alıp en iyi yerlere gelmesi” işi bazen beni o kadar çok üzüyor ki anlatamam sayın okuyucular. Özel bir okulda öğretmenim, bana ve öğrencilere sağladığı olanaklar sınırsız. Hem kendimi geliştirebiliyorum, hem öğrencileri. Ama gelin görün ki, arada düşününce neden herkesin bu şartlarda eğitim alamadığını, içim bi fena oluyor. Çok isterdim ki, süper donanımım ve pratik zekamla bu soruna şuracıkta çözümler üreteyim, sonra bu yazı sansasyon yaratsın, gazetelerin köşe yazarları birbirleriyle kavga etsin, şana şöhrete kavuşup çok para kazanayım, aynı şeylerden bahsedip, isimlerini farklı farklı koyduğum kitaplarım milyonlar satsın, benim milyonlarımı evde muhasebecim bölsün çarpsın toplasın, çocuklarım gittikleri en pahalı özel okuldan döndükten sonra, özel derslerine evde devam ederken ben yarattığım insanüstü varlıklarım ile övüneyim, herkes mutlu olsun. Ama hayat, yazı yazmak kad

2 Kelime 2 İnsan

Almanca sınıfında çokkültürlülüğümüzle sınırları zorluyoruz sayın okuyucu. Ben ki daha önce Uluslararası bir çok grupta bulundum, böylesini hiç görmedim. Amerika'dan,Japonya'ya, Rusya'dan Brezilya'ya Mongolya'dan Peru'ya Gürcistan'dan Polonya'ya uzanan geniş bir yelpazemiz var. Ve tabi çok çok sevimli Hint'li hocamız! Kendisi doktorasını Almanya'da yapmış ve Hinduizm üzerine birçok kitap yazmış. Beni bilenleriniz bilir, bi ara yogaya merak salmıştım, taa o dönemlerden aklımda kalan kırıntıları ve Sanskritçe kelimeleri ders sonrası gittiğimiz kafede kendisi ile paylaştığımda hem çok sevindi, hem de çok şaşırdı. Benim katıldığım yoganın gurusu kabul edilen Shiri Mataji ile bireysel olarak tanıştığını duyunca da ben çok şaşırdım. Bi taraftan şaşıradururken, masaya gelip giden kızıl saçlı garsonun hiç benzemediği halde Türk olduğunu düşündüm. Bunu ne düşündürttü bana, sormayın. Lakin gecenin sonunda Türk olduğunu öğrendiğimde, bu sefer şaşıran tara

Bonn Seyahat Notları

İkinci Almanya içi - şehir dışı yolcuğumu gerçekleştirdim. Öncesinde mentor'umun evine gitmiştim. (15 dakikada arabayla gittiğimiz yerin şehir dışı olduğunu çok sonradan anlasam da.) Neyse, eski başkentimiz Bonn'da ülkenin dört bir yanında şu an asistanlığını yapan çeşitli ülkelerden gelen benim gibi taze öğretmenlerle 2 günlük eğitime katıldım. Toplantı notlarını veriyorum: Biritişler ve İrlandalılar biraz hayal aleminde mi yaşıyorlar, bana mı öyle geliyor? Mesela, tüm dünya yarın “artık ingilizce yerine sanskritçe anlaşalım arkadaşlar ya” diye bi karar alsak, bi şekilde hepimiz o dili öğrenebilirmişiz gibi geliyor, ama o United Kingdom'lılar ne yapacak bana söyler misiniz? Bu dil öğrenme konusundak yeteneksizlik ve tembellikleri, herkesin onların ayağına gitmesindendir umarım, yoksa başları belada. Bakın ben yazıyorum. Comenius Asistanlığı denen şey, başta zor bir süreçmiş sahiden de. Herkes aynı tarz sorunları yaşarmış. Kendini hala öğrenci sanarken anide

Yüzme Havuzunda Opera

Bakın aramızda yüzenlerimiz vardır, opera yapanlarımız vardır. Bunlar normal şeyler. Ama sorarım kaçımız ikisini aynı anda yapmayı denedik? Denemeyi bırakın düşündük??! Dün gece bir operaya gittim, W.A.Mozart'ın erken çalışmalarından “Idomeneo” Temsil bildiğin yüzme havuzunda yapıldı. Opera binası falan değil. Günlük insanların yüzmeye gittiği bir mekan! Evet, konusu gereği suda yapılmaya çok müsait, ama nerden aklına geldi arkadaş? Kenarlara, sağa, sola nerelere boş bulurlarsa sandalyeler yerleştirmişler, arkada da bizim gibi parası az olanlar ayakta izliyorlar. Oyuncular nerde diyorsun şimdi değil mi sinsi okuyucu? Oyuncular her yerde! Kah yanınızda bitiveriyor aryasıyla, kah merdivenlerden aşağı koşuyor, kah suya dalıyor, kah yüzerken söylüyor! İnanamadınız değil mi? Ben de inanmazdım.

Eyvah, Bayram!

Resim: Erdal Yaşaroğlu Herkesin eski'si farklı da olsa bi eski bayram özlemi var genel olarak. Bana da sorsanız, kendi çocukluğumdaki bayramları bugünkülere tercih ederim. Acaba bu durum, eski'nin hangi yıl olduğuna değil de, sizin hayatınızın hangi yılınızda olduğuna bağlı olabilir mi? Yepyeni bişey bulmuş gibi heyecanmaya gerek yok tabi, çocuklara bayramlar hep daha güzel,bunu herkes bilir. Ama bunun el öpmek kadar kolay bir icat ile para kazanmak dışında başka sebepleri de olması lazım, değil mi? Mesela, çocukken hayata dair fazla hırslarınız, başarı meraklarınız, başarısızlıklarınız, bitirilmiş üniversiteleriniz, zamanı gelmiş evlilik yaşınız vesaire yok. O yüzden akrabaların sizi sorularla bunaltabileceği yerin bir sınırı var. "okul nasıl, karnen kaç geldi, ingilizce de mi öğrendin, ay canım benim" gibi kısa ve öz sohbet, size fazla yorulmadan ortamdan uzaklaşma izni verebiliyor. Ama şimdi öyle mi? "Aa yurtdışına mı gidiyorsun, neresin

With or without U2?

ne u2'ymuş arkadaş ya. Ülkece biz mi bu konuyu abarttık, ülkece her konunun artık fazlaca abartılmasına çok alıştık, buna da ayıp olmasın mı dedik, yoksa ben kendi kendime hayatı oturduğum yerden duyulanlar olarak algılıyorum da her şey abartılıyor mu sanıyorum, bilmiyorum. Referandum falan zaten kafayı yemiştik, u2 ile manik depresife geçtik. Bi kere ben u2'yu herkes çok sever, Bono'yu da takdir eder sanırdım. Neden böyle sanırdım bilmiyorum. Benimse kendileri ile ilişkim mesafeliydi. İlk yabancı müzik dinlemeye özendiğim yıllarda, ilk mi ilk aldığım Blue Jean kapağında olmaları gibi bi yerleri vardır mesela. Bi with or without you'su vardır arada kulağıma çalınan. Bi de büyürken çıkarttıkları bi single vardı onu severdim o-o-ooo the sweetest thing diye. O şarkının devamı bile yok, o kadar. Ama olsun U2, U2'dur işte. Yıllarca ülkemizi "insan hakları ihlal ediliyor, tükaka sizi barbarlar" diye protesto eden, hatta albüm kartonetlerine kadar bu sıkıntıl

Pardon, bi imza vardı?

Bugün bürokrasiye takıldım sayın seyirciler. Hep derlerdi de havalı bişey sanırdım, hiç değilmiş. Hele sıcakta hiç çekilmiyor. Oraya kağıt imzalat, buraya dilekçe ver, ordan bişeyleri notere onaylat, buradan başka bişeyleri yeminli tercümana çevirttir, hepsine ayrı ayrı tonla para bayıl, yine de kimse memnun kalmasın. Oldu mu şimdi bu? İnanın eve geldim, kendi kendime sinirlenip bürokrasi, bürokrasi, bürokrasi diye tekrar etmeye başladım. Sonra bi de ingilizcesini tekrarlayim dedim. Ne olduysa o an oldu. Sözlü tekrar ettim, tamam, sorun yok. Ama yazmaya gelince bi türlü oturmadı o harfler yerine. Birini oraya koydum, diğerini beriye. U'ya müsade eder misiniz geçecek var dedim, c'ye siz doğru yere geldiğinizden emin misiniz diye sordum falan, yok. Kafamda kısa sürede uzun vadeli bi kabus yarattım. Baktım yine kimse memnun değil. Sanki ne yaparsam yapim, bir microsoft office word belgesinde, altı kırmızı ile çizili kalacak bir kelime olarak ömrüme devam edecekmişim gibi hisse

Kedi ile Tuba

Tanıştirim, bunlar kedi ile Tuba. Kedi, Moda'da Tuba'nın kucağına pat diye zıpladı. "Gelebilir miyim, pardon şekerim lafını mı bölüyorum" falan demedi. Hemen anafikre geçti, kucağa serildi. Başının üstünden üstünden sevildi. Kediden beklenmeyecek bu sıcakkanlılık kafamda bazı soru işaretlerine sebep oldu.  Acaba kedi, Tuba'yı önceki yaşamından tanıyordu da, biz insanlar bişey hatırlayamadığımız için mi bağlantı kuramamıştık mesela? Tuba'nın eski büyük aşkı, çok sevdiği bir öğretmeni, görüşmekten kendini alamadığı yasak ilişkisi veya jinekologu olabilirdi pekala. Kedinin Tuba'ya bu derece samimiyet göstermesinin diğer sebebi ise şu olabilir: Kendine uzun bir süredir zıplayacak uygun bir kucak arayan kedi, sonunda adayları küçük bi değerledirmeye tabi tutması gerektiğine karar vermişti.. Onları çay bahçesinden evlerine kadar 20 gün boyunca gizlice takip etti. Sonunda hal ve tavırlarına, konuşma usluplarına, beraber gezdikleri kişilere, neli don

kehanetim var sayın okur

Ben aşık oldum gözlerinde güller açan okur. "Sevdiğim uzaklara gidiyor" diyeceğim birazdan, solmasın o güller ne olur. Ben aşık olunca sadece karşımdakini deli gibi seveceğim sanırdım, değilmiş. Ben hem ona, hem kendime aşık oldum bu aşkta, gözleri nemli okur. "Senin gibi kimseyi sevmemiştim" dedim, o da "ben de" demeden önce, sil o gözyaşlarını ne olur.  Upuzun bir hikaye bu, aşkın başı,sonu, giriş gelişme sonucu olur mu? Sınırları ya o çizer, ya ben çizer sanmıştım, değilmiş, Aşkın sınırları yokmuş ben yeni öğrendim bilmiş bilmiş gülen sayın okur. Yollar biter, aşk bitmez, basıyorum deklanşöre o gülüşü hiç bozma ne olur.

Sayın Birleşik Krallık;

Sana dargınım. Sana kızgınım. Sana kırgınım. Hayır, ürünlerini boykot etmeyeceğim, ama bir süre yüzünü görmek, resimlerine bakmak veya haberlerini duymak istemiyorum. Ben ki senin hakkında konuşulan tüm olumsuz şeyleri duymamazlıktan gelerek merakımı hep taze tutmuş, Ben ki küçüklüğümden ne zaman birisi Londra, Liverpool, Birmingham gibi kelimeler etse heyecanımı gizleyememiş, Ben ki " Londra beni çağırıyor " başlıklı yazımla kendi ülkemde küçük çaplı bir sansasyon yaratmış bir müzisyen, öğretmen, öğrenci ve boşgezerim. Yakıştı mı bu sana? Hani madem reddedecektin vize başvurumu, bunca zaman niye sürekli mesajlar göndererek hem beni hem evreni yordun? Hı?  Biliyorum gün gelecek gönlümü alacaksın, "Sezgin ne olur gel" diyeceksin. O gün geldiğinde önce şuh bir kahkaha atacağım, belki biraz nazlanmış gibi yapacağım, ama fazla da şansımı zorlamayacağım, ilk olmasa da ikinci uçağa atlayıp geleceğim. Ama o güne kadar adımı ağzına alma lütfen. Soranlara eski bir

renga-rengarenk

Dün, İstiklal Caddesi'nde renkler vardı. Her rengin içinde başka bi ton, her tonun içinde ayrı bi renk vardı. Görebilene. Bi ara çok duygulandım, çünkü eskiden "utanç" sanıyordum ben bu renklerin adını. "Onur" larmış meğer, yıllardır mücadelesini vermişler, omuz omuza girmişler, yollara dökülmüşler. Utanacak bişey yok, onur duyuyoruz demişler. Sadece renkler mi? Arkadaşları da gelmiş, anneleri de babaları da. Hatta kiminin anneannesi, babaannesi, dedesi bile. 20'liklere taş çıkartırcasına. 40 yıl önce 1969 'da, New York'da uğradıkları haksızlıklara topluca karşı çıkan o günkü renkler, bugünü bırakmışlar, bugünkü renklere. Bugün renkler sokaklarda, kimin ne dediğini umursamazcasına. Bugün renkler daha cesur, daha rengarenk, anlamayan varsa gözlerinin içine sokarcasına.

musluk

içimde bi musluk unutmuşlar benim. imalat hatası mı desem, sürekli neşe akıyor içimden. en üzgün, bedbaht, içinden çıkamayacağımı sandığım durumlarda bile sızıntı yapıyor bu musluk, ille buluyor gülümsetecek bişey. sanmasınlar hayat bana sürekli gülüyor da, ondan böyle düşünüyorum. kimi nerden vuracağı belli olmuyor namussuzun. bazen gözyaşı oluyor akıyor, bazen delilik oluyor saklanıyor, bazen de karın ağrısı oluyor, yerlerde süründürüyor. bendeki haller de benzer, hepsinden teker teker / zamanı gelince birer ikişer. Geçiyor bu yarım akıl da hepsinin içinden. Ama şu musluğu kim ne diye koymuşsa oralarda bi yerlere, iyi etmiş, helal olsun ona. yoksa küserdim belki hayata, bakamazdım yağmurdan sonra gelen güneşli havalara, gözleri gülen çocuklara, sıcacık vişneli turtalara.

@tabiatana

Sevgili Tabiat Ana, Sana Twitter'dan da çeşitli mesajlar gönderdim, tatmin edici yanıtlar alamadım. O yüzden buradan uzun uzun anlatacağım derdimi, alınmaca gücenmece yok ama, tamam mı? Konuşuyoruz şurada. Haziranın son haftasına, hatta son günlerine girdik, hala her sabah pencereden dışarısı yağmurlu, çamurlu, karanlık ve kasvetli gözüküyor. Hayır, burası Londra değil ki. Onlar alışık olabilir, biz değiliz. Hangi arkadaşımı arasam, hepsi mutsuz, hepsi umutsuz. Büyükler desen, kıyamet geldi diyorlar. Zaten gelecek kaygısına ben doğduğumdan beri her sene zam geliyor; doğal afet, cinayet, tecavüz, terör desen, gazeteler ilk sayfada hangisini vereceğini şaşırıyor. E bu memleketin gençleri, cam kenarında yağmuru izlerken ellerine kupalarını alıp kahvelerini yudumlasınlar, kucaklarında laptop internette sörf yapsınlar desen, hangi siteye elimizi atsak, devlet büyüklerimiz sağolsun "yassaaaak" yazıyor. Hadi porno siteleri geçtik, google map bile açılmıyor. Evet biliyorum

hardcore valiz hazırlıkları

hani benden başka kimselerin görmediği bi bakışın var ya; isterim ki giderken onu bırak yanımda. hem lazım olmasın o sana oralarda. beni bilirsin gözlerim çabuk nemlenir, çok ağlar da sesimi kısarsam yine, ne demekti huzur bulmak hatırlatsınlar bana. ben sabırlı bi insanımdır ama hiç söz geçiremem kaşıma, burnuma, bi de akıp duran gözyaşlarıma. nefes de öyle, dayanamazsa ya bulamadığında karışacak bir nefes, gecenin kimbilir kaçıncı yarısı, uykular saklandığında? isterim ki bir tutam nefesin dursun hep yanımda, başucu kitabımın arasında. biraz da kokundan doldur ver, büyükçene bir parfüm kutusuyla. yine de idareli kullanmak gerek, benim gittiğim yerler soğuk olur diyorlar, hani kalbimi ısıtmak zor olursa. elin, kolun, aklın kalsın yanında, onlar çok lazım sana oralarda. belaltın da dursun yanında, istemem tabi gerek duyulsun ona, ama hayat bu, belki çok zorlandığında... yine de kandırmasınlar ağzını, gözünü, dilini, temizliğini onlar; yoksa bilirim sen hayatta yalan söylemezsi

München

Yazışmalar son sürat devam ederken, ben de size olan biteni bi iki cümleyle özetliyim gözleri benekli okur, Son gelişmelere göre Münih'te nezih bir okulda müzik öğretmenleri takımının arasına girdim. Okulun karşısında tek göz oda bi evim oluyor Beni seven o eve geliyor, isterse kalıyor.

in a manner of speaking, i just want to say..

Macaristan'da Erasmus yaparken, İtalyan bi arkadaşım sayesinde keşfetmiştim Nouvelle Vague'u. Kimdirler, nedirler, yaptıkları müziğin adı nedir bilmeden, Budapeşte sokaklarında dinleyip durmuştum. Pek de sevmiştim. Sonra Türkiye'ye dönüp, haklarında bişeyler öğrenmeye başlayınca, gördüm ki, bu grubu tek bilen ben değilmişim. Baya bi insan sever, takip edermiş. Her sene İstanbul'a gelirlermiş, bikaç gün içinde tüm biletler bitermiş. Sabrettim, yılmadım, dün gece nihayet yakaladım Nouvelle Vague'u. İki seksi hatun, pek de güzel canlı icra ettiler şarkıları. Too Drunk To Fuck, Guns Of Brixton, Friday Night Saturday Morning gibi hitlerle biz ordan oraya savrulurken, konserin sonuna geldiğimizi açıkladılar, ama kimse yemedi tabi. Lakin onlar bizi başka bi konuda yedi. 3 kere bise gelmelerine ve 2 'şer şarkıyla bis yapmalarına rağmen, bir türlü, herkesin çığlık çığlığa ismini bağırdığı In A Manner Of Speaking'i söylemediler. Tabi ki biz de bunu şaka sandık.

doktor ile çocuk

"Eh" dedi doktor, kalbi eline alıp, "hasar büyük değil, biraz yanık, biraz kırık" "Of" dedi çocuk, yataktaki kalbine bakıp, "bu bizimki iş değil, hayat niye çok karışık?" "Ah" dedi doktor, kalbe bi serum takıp, "siz romantikler yok mu, tam kan akıtmalık " "Hey" dedi çocuk, doktorun kollarına atlayıp, "Zaten yok di mi bi kırık, hiç yapıştırılmadık?", "Yok" dedi seksi hemşire, "ama biraz sessizlik"

Babazula @Babylon

Dün, Babazula'yı izledim Babylon'da. "Bu dünyada iki tür insan var, pırasa sevenler ve pırasa sevmeyenler " diye bi şarkıları olan, enteresan-eğlenceli bi grup. Bir bağlama, bir darbuka, bir de DJ setten oluşan sahnede arada sürprizler de yok değil. 9/8 lik roman dansı yapan bir Japon veya flamenko-oryantal karışımı dansıyla bir İspanyol izleyebilirsiniz mesela sahnede.

Canım ananem ya!

Yerim ben seni!

İlahi koro - part II

Daha önceden de bahsettiğim gibi, Ladies & Gentlemen olarak, yarın akşam uzun bir zamandan sonra ilk defa bir konser veriyoruz. Müzikallerden sonra ilahiler ne alaka olabiliriz, ama yeni şeyler keşfetmek iyidir diyelim, geçelim. Konserin afişini bugün okulda görünce, çok sevindim. Ücretsiz olduğunu görünce daha da sevindim. O yüzden, denk geldiğim herkese "e hadi gelin" dedim. kimse gelmek istemedi. Ani tarz değişikliklerini kaldıramıyoruz ülkece :)

e hadi comenius

ben bu ara bi heyecanlıyım sayın seyirciler. sene başında başvurduğum comenius stajı başvuru sonuçları açıklanacak çünkü, kazanmışsam, avrupa'da bir ülkede müzik öğretmeni olacağım bir süreliğine. lakin, sonuçları tersten açıklayan bir sistemle yüreğimiz pıt pıt şu ara. ulusal ajans, kazananları açıklamak yerine, kazanmayanlara posta göndermekle başladı işe. facebook forumlarından takip ettiğim kadarıyla, her geçen dakika, 1'er 2'şer BBG evindekiler gibi eleniyoruz. sona kalanlar kazanmış olacak herhalde? bana hala gelen bi posta yok, ama bu insanı rahat ettirmeye yeter mi? burası türkiye değil mi? belki de postam yolda kayboldu? belki gecikti, yarın gelecek? :) posta kutusuna bakıp bakıp, bişey gelmemiş olmasını dilemek nasıl şizofren bi his, bilir misiniz siz? kimseler yaşatmasın. bi de iyi olan kazansın :)

Bir insan, bir kitap

Bugün, 3 farklı ülkeden, 3 yeni insanla tanıştım. Bol bol konuştuk her şeyden. İllaki de kitaplardan, favori yazarlardan. Yeni insanlar da yeni kitaplar gibi di mi? Pırıl pırıl duruyorlar raflarında, okumayı bilenler bulsun da okusun diye.

İlahi koro

Uzun bir aradan sonra toplandık, tekrar bir araya geldik Ladies & Gentlemen ekibi olarak. Çok 'ilahi' bir koro olduğumuz için, açılışı bir ilahi konseri ile yapalım dedik. 21 Nisan 2010 Çarşamda dedik. 20.00 dedik. CRR dedik. Istanbul Symphony Project var dedik. Orhan Şallıel yönetiyor dedik. Bekleriz dedik.

Özür mektubu

Geçtiğimiz hafta kendimle buluştum, uzun bir aradan sonra. İnsan 'bunu daha sık yapmalı' diyor kendi kendine. Işıl ışıl parlıyor gözlerinin içi, sadece kendi değil, herkes görüyor. Konuşunca anladım, ona karşı biraz sertmişim. O hep konuşurmuş içerden, bi ben işitmezmişim. Çok yol katetmiş meğer, bi ben farketmemişim. Çok çöp atmışım içine, hiç temizlememişim. Benim takdirim yetermiş ona, ben hep başkalarından beklemişim. Kimi zaman çok yorulmuş, durmak istemiş, ben hiç dinlenmemişim. Ben onu hiç dinlememişim. Özür dilerim. Bir daha kendimi bu kadar ihmal etmicem, irili ufaklı her şey için onu bu kadar çok üzmicem. Daha çok su vericem, daha iyi beslicem. Varsın, her şeyi başarmasın, ben onu hep sevicem. Söz. Sez

Yurtdışı mı?

"Yeni verilecek biometrik pasaportların defter ücreti 300-500 tl arasında olacakmış. 5 yıllık harç da zaten 616 tl. çüş demek istiyorum" tweet'i ile irkildim dün bi. Bir pasaport almak yaklaşık 1000 lira. Vizesi, vizeye başvururken hazırlamak zorunda olduğun belgelerin için saçtığın para, yetmedi bi de havalimanında çıkış harcı da cabası. Bu ülkeden gitmesi, en az bu ülkede yaşaması kadar zor. Ayça Şen çok güzel yazmış dünkü Radikal'de: " Yurtdışına çıkmanın sosyete icabı olduğu gibi acıklı bir durum hepimizin kanına işlemiş ve bu görgüsüzlük olduğu sürece de durum düzelecek gibi değil. " Bu nasıl bir AB ile uyum süreci bilemedim. Onlar pasaport bile almadan, ellerini kollarını sallaya sallaya, bir akşam yemeği fiyatına aldıkları uçak biletleri ile gezerken, "yurtdışı" bizim uzak diyarlar olmaya devam edecek bir süre daha sanırım. Üzücü.

Akademisyenlik nedir ki?

Üniversitede bazen hocalar, 2 saatlik bir ders süresini, kendilerinin ve yaptıkları çalışmaların ne kadar önemli olduğundan bahsederek kullanabilirler. Ama biz yine de onları çok severiz.

Friday I'm In Love!!!

Bugun pazartesi, ama havada cuma kokusu var. Ben de Friday I'm in love dinleyip bunu karaladım. Selin taa uzaklardan el atmasa bu kadar güzel olmazdı tabi.

Bazı "bilimsel" gerçekler

Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanımızın önceki hafta Hürriyet gazetesine verdiği bazı demeçlere sinirlenen bir grup insan varmış. Aliye Hanım, eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inandığını, hepsinin tedavi edilmeleri gerektiğini söylemiş. Ne var şimdi bunda? Niye kızdınız, hasta mısınız siz kuzum? Gayet bilimsel bir açıklama bence. Birbinizi galeyana getirip, hakkında suç duyurusunda bulunmalar, protostelor, eylemler de nesi? 'İnanıyorum' kelimesi yeterince bilimsel gelmedi mi size? Parlak bir gelecek, temiz bir yarın için, öncelikle tüm hastalıklı bireylerden kurtulmamız, ay pardon, hepsini tedavi ettirmemiz gerekir. Sanki bunu bilmiyorsunuz. Neyse, gelelim yazımızın konusuna. Ben Aliye Hanım'ın yerinde açıklamalarına, naçizane birkaç ek yapmak istiyorum. Zira çok kapsamlı almamış kendisi, toplumdaki hastalıklı vatandaşlarımızın türlerini. İşte o yüzden, sıkı durun, bu gece bilimsel açıklamalarımla hepinizi uçuracağım. Kim hastalıklı, kim tedavi edilmeli, hep

Çook çalışıyorum çoook

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Londra beni çağırıyor!

Gitmem lazım, Londra beni çağırıyor. Yok yok, birisi değil, komple Londra çağırıyor. Nasıl mı? Her şey Londra'da geçen bir filmi izlerken başladı. Cep telefonumda yeni tanıştığım birinden bir Londra daveti vardı. Tüm masraflarımın karşılanacağı bile söyleniyordu. Ne yazık ki daveti geri çevirdim. Ama fikri zihnimden geri çıkartamadım. O dakikadan itibaren çevremdeki herkes bir şekilde Londra ile ilişkilendi. Kimle konuşsam ya Londra'dan yeni gelmişti, ya yeni gidiyordu, ya gitmek istiyordu, ya da halihazırda ordaydı. Bütün bunların üstüne, dün akşam nedense -hakkında hiçbir bilgim olmamasına rağmen- DOT Tiyatrosu'nun Pornografi oyununa gidelim diye tutturdum. Hikaye nerede geçiyordu bilin bakalım??! Londra! Hala bitmedi. Eve geldiğimde Facebook duvarımda İspanyol bir arkadaşımdan yeni bir mesaj vardı. Londra'ya yerleşmişti, beni ne zaman ziyaret edeceksin diyordu! Üstüne bugün yeni tanıştığım İstanbul'da yaşayan bir yabancının, 'nerelisiniz?' s

Oolum İspanya'da Meşhur Oldum!

Sezgin, İspanyol televizyonlarında meşhur olsa, Orjinal bir İstanbul'lu olarak ondan tavla öğretirmiş gibi yapmasını isteseler, O da "ama.. ama.. ben hiç tavladan anlamam ki!!" diyemese, Sonra da bu program yayınlansa.. Nasıl mı olurdu? Buradan vidyosu izlenebilir. Meşhur tavla sahnesi için 06.30 dolaylarına geliniz.

Manga ve 'Aynı Olabilirdik'

Eurovision Turkey sitesinin haberine göre 55’inci Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil edecek olan Manga grubunun yarışmaya hangi şarkıyla katılacağı belli olmuş. "We could be the same" Türkçesi "Aynı Olabilirdik". Eurovision şarkıları ile AB'ye mesajlar tezim tutuyor mu yoksa ne!? :) Şarkı Türk motifleri ile süslüymüş yine, fazla geç olmadan yayınlansa da artık, car car konuşsak, yorum yapsak..

Literacy

Günlerce tez konun ne olsun diye düşün düşün, bi konuda karar kılama. Sonra konu danışmak için hocanın yanına git, fikir versin, 'müzik okur yazarlığı' konusunda karar kılınsın ortaklaşa ama hoca 'iyi bir ingilizce gerek bunun için' desin. Sen de cevaben, 'aa hocam benim üds'm bile var' de, nerden geldiği belirsiz büyük bir özgüvenle. Sonra da git aynı hocaya,"hocam müzik okur yazarlığı 'nı veritabanında nasıl aratacağım, music reading and writing mi?" diye sor! Hoca da gözlerini de belertsin, hayır 'Literacy' desin. Kafana balyozla literacy vurulsun. Allahtan bir kerede hatasız defterine yaz da, daha fazla rezil olma. Life, oh life...

Over The Rainbow

Bugün İstiklal Caddesi'nde, Galatasaray Lisesi önünde gökkuşağı bayrakları dalgalanıyordu. Havada renk cümbüşü vardı. Ama hava cümbüş kokmuyordu. Hüzün kokuyordu. İsyan kokuyordu. Mutsuzluk kokuyordu. Daha da kötüsü umutsuzluk kokuyordu. Ne gökkuşağı, ne renkler, ne de orada transfobik bir cinayet yüzünden öldürülmüş arkadaşları için basın açıklaması yapan insanlar, bunları haketmiyordu. Hava protesto kokuyordu. İnsanın söylemeye dili varmıyor, yaşaması kimbilir nasıl zor. 'Nefret' kelimesi başlı başına ısırırken insanı en can acıtıcı yerinden, bir de 'cinayet' kelimesini tamlamış olması nasıl korkutucu. Bugün gökkuşağı bayrakları, barış için, eşitlik için, mücadele için dalgalandı. Yoldan geçen bir grup insansa, bu renklere baktı. Kimi baktı doyamadı, kimi laf attı, kimi "dünyanın sonu gelmiş" diye kendi kendine söylendi, kimi de belki gerçekten kendine baktı, kapımın önünü temizleme vakti gelmiş dedi. Umarım bu son gruptakiler bir an önce

Nighthawks

!f İstanbul bağımsız filmler festivali kapsamında güçbela, arka köşelerden de olsa, nihayet bir filme yer bulabildim. Sabahın 12.30 'unda (günlerdir öğlen 1-2 arası uyandığımı gözönünde bulundurursanız) olmasını bile umursamayıp, işe gider gibi kalktım, giyindim, süslendim, yollara düştüm ve nihayet Nighthawks filmini izledim. Tam 32 yıl önce 1978 yılında çekilmiş bir İngiliz filmi. Dönemin Londra'sında bir eşcinsel bir öğretmenin hikayesini anlatıyor. Filmin tanıtımında çevresine tam anlamı ile açılamamış, gündüz başka, gece başka bir hayat yaşamak zorunda kalan başkarakter, bence günümüz Türkiye'sinin çevresine açık eşcinsellerinden çok da farklı bir hayat sürmüyor. Hatta daha rahat olduğu bile söylenebilir, kaldı ki sene 1978. Filmin bence en can alıcı sahnelerinden biri öğrencilerin öğretmeni eşcinselliği ile soru yağmuruna tuttukları sahne idi. Öğrencilerin yüzündeki alaycılık, öfke, cahilliğin verdiği cesaret daha güzel yansılatılamazdı. Sordukları sorular bir sınıft

Yaşayan Kütüphane

Yeni bir kütüphane keşfettim. İki gündür oraya gidiyorum, saatlerimi geçiriyorum. Öyle hoşuma gitti ki, Sevgililer Günü baskısını bile üzerimden atıp günümü keyifle tamamlayabildim. Bu kütüphanede kitaplar insan, koltuklar raf, etrafta vızır vızır çalışanlar kitap kurtları, okuyucular ise biz meraklı insanlar. Girdiğinizde önünüze bir katalog koyuyorlar ve bir kitap seçmenizi istiyorlar. Katalogda kitap başlıkları, başlıkların altında ise bazı açıklamalar yer alıyor. Kürt, alevi, ermeni, roman,rum, gay, lezbiyen, biseksüel, transseksüel, hiv pozitif hastası, şizofren, başörtülü kadın, Türkiye'de yaşayan yabancı, ressam hatırladığım başlıklardan bazıları. Açıklamalar bölümünde ise, toplumda bu başlıklar hakkında akla gelen önyargılar yer alıyor. Üzücü, sıkıcı veya gereksiz olduğunu düşünseniz de bu önyargıların, en az birkaçının sizin beyninizden de geçtiğini itiraf etmek zorunda kalıyorsunuz kendinize ve dalıyorsunuz kütüphaneye. E önyargılar evde otururken kendi kendine kır

'hiçkimse'ye mektup

Jüpiter'e giden ilk Türk olurum bir dahaki sefere belki veya Obama'nın elini sıkan davetsiz misafir Yine olur muyum dersiniz böyle yapayalnız Soğuk bir 14 Şubat günü, ısıtılmaya muhtaç..

doğa olayları

Emekli bir beden öğretmeni olduğunu söyleyen ve o sırada yeni tanışmış olduğum bir tanıdığın anneannesi, yağmurda kendisine nezaketen şemsiye tutmama cevaben, "ay yok istemem, ben severim doğa olaylarını" dedi ve ortamdan uzaklaştı. Demek ki ben doğa olaylarını sevmiyormuşum. Biz şemsiye kullananlar doğa düşmanı bile olabiliriz. Göya bi de Avatar'dan etkilenmiştim, katetmem gereken çok yol var. Peki acaba deprem, sel gibi doğa olayları karşısında neler yapılması gerekiyordu, bi de onun tavsiyesini verip öyle kaçsaydı anneanne.. Ah Sezgin ah!

oyun #7

Nil'in Twitter'da başlattığı bir oyuna cevabımı yolladım. Aslında geç kalmıştım, ama kafama takılmıştı bir kere kelimeler, çıkaramadım. Hazır yazmışken de yolladım. Oyun: ilk kelimesinin ilk harfi 'u',ikincinin ikinci harfi 'u', üçüncünün üçüncü harfi 'u' vs giden twit kısalığında bi hikaye yazın... Ben: Unutacağına kUdurdu. unUtamazdı, yoğUndu. unutUlanlar odundU, unutulUrsa unuturdU.

Avatar - Benim Adım Orman

Eh, olmadık şeylerde başı çekerim de, böyle mühim, herkesin konuştuğu, iletilerini güncellemeye değer duyduğu vakaları bazen geriden takip ederim. Yok, valla bilinçli "çokmodaolanşeyleribentakipetmem" duruşu değil bu. Takip etmezsem çatlarım zaten. Ama arada öyle denk gelir işte. Avatar da o anlardan birine denk geldi benim için. Ne zaman gitmeye niyetlensem, bir şey çıktı, bir şey çıkmasa ben üşendim, ben üşenmesem biletler bitti vs vs. Lakin film 3 boyutluydu, özelliği buydu, ona göre bir salon bulmak gerekirdi. Hadi eskaza filmi kaçırsan, küçük bir 3d'siz salonda izlemeye değmez, eve dvd'sini almak ise ancak komik kaçardı. O yüzden stres büyüktü, harekete geçmeliydi. Neyse efenim, fazla da uzatmadan, filmden taze taze çıkmışken, neler hissettiğimi anlatim, sonra da yatim. Bu saatten sonra film eleştirmenliği yapacak halim yok. Naçizane ben neler düşündüm hissettim onları yazim. Mesela bu 'doğa' teması hayatımda ne kadar uzakta kalmış, onu farkettim hemen.

Uyku öncesi

Dün gece enteresan bi rüya gördüm, biz ayrılmıştık. Ambulans sesleri vardı, ben yerde yatıyordum. Herkes çevremde koşturuyordu, kimileri birşeyler soruyordu. Onlar sordukça benim kafam karışıyordu, belli ki görmedikleri bir yerlerim hala kanıyordu. İlginçtir, bedenimi elimle yokluyordum, kan yoktu, ama etraf için için kan kokuyordu. Havada birşeyler uçuyordu, üstlerinde 'doğru', 'yanlış' yazıyordu. Ben onları hep ayrı sanıyordum, oysa kimileri cilveleşiyordu. Sonra seni gördüm, yanımda değil karşıda. Çıplaktın, (hem de mecazen değil, bildiğin fiziken) ama zırhların hala duruyordu (hem de fiziken değil, bildiğin mecazen) Belli ki çok çalışan aklın seni de yormuştu. Ve korkularımı gördüm, çizgi çizgi olmuş dünyayı sarmalıyordu. Farkettim ki, en sondakinin ucu yine bana doğru geliyordu. "İşte bu yüzden o karşıda, sen burada" diyordu gelirken de, "Korkma" . "Tamam" dedim "korkmayacağım bi daha", ama bunu söylerken bi baktım özgüvenim

Eurovision şarkıları ile AB'ye Mesajlar

daha önceden böyle birşey duymuştum da, 'aman tesadüftür ne alaka' demiştim. belki de öyle sahiden de, ama yine de bir ortak payda var gibi hepsinde nedense. neyse biz okuyalım, gülelim, geçelim. gizli gizli her sene AB 'ye Eurovision aracılığı ile mesajlar verecek değiliz ya :) - Everyway that I can I'll try to make you love me again Everyway that I can I'll give you all my love and then Everyway that I can I'll cry, I'll die, Make you mine again! (Yapabileceğim her şekilde, beni tekrar sevmeni sağlayacağım. Yapabileceğim her şekilde, sana tüm sevgimi vereceğim. Yapabileceğim her şekilde, ağlayacağım, öleceğim, seni tekrar benim yapacağım!) 2003, Sertab Erener - For real, i'm for real. I wanna bring you up (Gerçeğim, ben gerçeğim. Seni büyütmek istiyorum.) 2004, Athena - Sevdiğimsin, her şeyimsin. Beni yakıp üzen güldürensin. Sonunda yine beni mahvedensin. (you're my heart, my everything, who sets me on fire, upsets me and make me smi

neden beni sevemedin?

Bak şimdi gözlerim dolu dolu, boğazımda bir düğüm, sırf artık sen 'sen' olma diye, gidiyorum bir başka bedene. Neden beni sevemedin? Oysa benim gelecek planlarım, bakacak çocuklarım, yapacak yemeklerim vardı. Sana bestelenecek şarkılarım, yazılacak şiirlerim sıradaydı. İki odalı evimiz, şık bir kütüphanemiz olacaktı. Adı 'gelecek' olacaktı o evin, içinde geleceğimiz uyuyacaktı. Yatağa girdiğimizde önce kitap okuyacaktık, sonra sakallarım dudaklarına batacaktı. Sarıldığımda sana önemsiz olacaktı neye benzediğim, nereye gittiğim, o an çalarsaatler bile çalmayacaktı. Basit olacaktık kendimize, herkesin aklı karışacaktı. Yalın olacaktık birlikteyken, her bakan filtre kullanacaktı. ve belki de bir gün sonumuz olacaktı. Ama nasıl oluyorsa üzülen olmayacaktı. Mutlu olacaktı her şey bu hikayede, bir yerde karşılaştığımızda kafamızı çevirmek zorunda kalmayacaktık. Seviyeli olacaktı tüm taraflar, geçmiş günleri gülümseyerek anacaktık. Yanılmışım. Neden beni sevemedin? Neden

Küçük prens ile buluşma

Küçük prensi okumak için yeterince büyüdüğüme kanaat getirip, dün gece belki yine küçük olurum umudu ile aldım kitabı elime. Ekşi Sözlük yazarları da boşa yazmamış "bu bir çocuk kitabı değil, çocukların gözünden büyük kitabı" diye. Ne kadar büyüttüysem dünyayı, o kadar kafama vurdu küçük prens. Onca telaşenin arasında unuttuğumuz "ya koyun dört dikenli çiçeği yerse ne olur"u hatırlattı. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her istediklerini alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkan olmadığı çin dostları yok artık." "Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır." "Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez." "İnsan evcilleştirilmeyi kabul etti mi, biraz da gözyaşını göze almalı." Olur da, benim gibi fazla büyüyüp büyüttüklerini düşünenler varsa, ya da başucu kitabını kaybetmiş, karda soğukta dışarıya çıkamayanlar, buyrun size küçük prens, hem türkçesi, hem ingilizcesi.. http://www.kucukprens.org/index.php

düşünüyorum, öyleyse yanlış yoldayım.

eğitimde ezber çok yanlış ve demode bi sistemmiş. en son bunu ezberledim. bi de öğretmenin kendi yazmış olduğu, almazsak sınıfı geçemeyeceğimizi söylediği kitaptan, eğitimde baskıcılık ve dayatmanın, ülkemizin en büyük sorunlarından biri olduğunu okudum.

biberi bol tuzu az

bir yurtdışı seyahatinde, 12 saatlik bir tren yolculuğunun 8 saatini tamamlamış, varışa 4 saat kala, trenin kafetarya bölümünden kahve alırken; trenin durup, içinde sizin tüm eşyalarınızın olduğu vagonun başka yöne hareket etmeye başladığını, içinde bulunduğunuz vagonunun ise tamamen ters istikamette olduğunu anladığınızda, o panikle ilk durakta trenden inip de yabancı bir ülkenin hiç bilinmeyen bir şehrinde, bavulsuz, şarjsız, kontorsuz ve dilsiz olduğunuzu idrak ettiğinizde, vagonun içinde en kıymetli bütün eşyalarınız sereserpe kaldığı halde, mucivezi bir şekilde, hem istediğiniz yere ulaşıp, hem de eksiksiz bütün eşyalarınıza kavuştuğunuzda, veya bir arkadaşınızın annesinin ameliyatı için kan vermenizden aylar sonra, bir gün aniden telefonunuz çalıp da, kanınızda ciddi bir hastalık bulunduğu söylendiğinde ve takribi bir hafta boyunca kendinizi yiyip bitirdikten sonra, tekrar yapılan testlerde hiçbirşey çıkmadığında; hepsinin basit bir yanlışlık olduğu yüzünüze ömrünüzden öm

Haiti'li çocuğun gözleri

sabah gazeteyi açıp haiti'de depremde ailesini kaybetmiş çocuğun gözlerini görmüşken, mümkün mü parlaması artık gözlerimin? mümkün mü görmemezlikten gelmesi her şeyi yüreğimin? mümkün mü hala kafamı takabilmem kendi "karmaşık" problemlerime?

bugün ne öğrenmiş?

bugün ne öğrendim? sahnede her an her şey yolunda gitmeyebiliyormuş, aksilikler çıkabiliyormuş. size ait olmayan bir hata, yolunuzu şaşırtabiliyormuş. piyanistler durabiliyor, sesiniz aniden kısılabiliyormuş. buna rağmen şov devam ediyormuş, son notaya kadar bir şey olmamış gibi davnanıp, güler yüzle selam verilince, profosyonellik başlıyormuş, herkes de alkışlıyormuş :)

ve 2010 İstanbul Avrupa "Kültür" Başkenti

İstanbul, kültür başkenti oldu diye bazı kültürlerimiz de hafiften değişse veya gelişse fena olmaz mıydı? kültür neye denirdi, iyi birşey miydi, bizim harika kültürümüzü kim çaktırmadan geldi yerle bir etti de, bir Avrupa kültür başkenti açılışı konserlerine gitmeye korkar olduk, hiç bilmiyorum!? aynısı tabi yılbaşında da oldu. Bir grup yabancı arkadaşım, özel bir yılbaşı partisine gitmek için, istediğimiz yere geçişin tek yolunun taksim meydanı olduğunu söyleyince, gruptaki bütün türkleri bir telaş sardı önce. yabancı arkadaşlar da taksim'in yılbaşı hünerlerini önceden duymuş ve yüzlerimizden "nasıl yani?taksim mi" ifadelerini okumuş olsalar gerek, 'korkmayın korkmayın biz akşam üstü geçtik, bir şey olmadı' dediler. Sonunda gözümüzü karartıp, tüm riskleri göze alıp, 'görevimiz: tehlike' dedik ve sahiden de bir grup insan, saat 11 sularında, ulaşmak istediğimiz özel yılbaşı partisine gitmek için, tedirgin bir şekilde, birbimizin elini tutup, k