İkinci Almanya içi - şehir dışı yolcuğumu gerçekleştirdim. Öncesinde mentor'umun evine gitmiştim. (15 dakikada arabayla gittiğimiz yerin şehir dışı olduğunu çok sonradan anlasam da.)
Neyse, eski başkentimiz Bonn'da ülkenin dört bir yanında şu an asistanlığını yapan çeşitli ülkelerden gelen benim gibi taze öğretmenlerle 2 günlük eğitime katıldım.
Toplantı notlarını veriyorum:
Toplantı notlarını veriyorum:
- Biritişler ve İrlandalılar biraz hayal aleminde mi yaşıyorlar, bana mı öyle geliyor? Mesela, tüm dünya yarın “artık ingilizce yerine sanskritçe anlaşalım arkadaşlar ya” diye bi karar alsak, bi şekilde hepimiz o dili öğrenebilirmişiz gibi geliyor, ama o United Kingdom'lılar ne yapacak bana söyler misiniz? Bu dil öğrenme konusundak yeteneksizlik ve tembellikleri, herkesin onların ayağına gitmesindendir umarım, yoksa başları belada. Bakın ben yazıyorum.
- Comenius Asistanlığı denen şey, başta zor bir süreçmiş sahiden de. Herkes aynı tarz sorunları yaşarmış. Kendini hala öğrenci sanarken aniden öğretmen olmak, partilere gidecek kimseleri bulamamak, Almancada sürekli yer değiştiren fiillerin peşinden koşarken harap bitap düşüp saatlerce uyumak gibi. Bunu görünce rahatladım, bi tek bende var bu sendromlar sanıyordum.
- Bonn küçük, şirin bişey. Beethoven orada doğmasa, bi de eski başkent olmasa bi numarası olmayacak, yine kıyıdan köşeden yırtmışlar. Tabi şehrin birçok yerinde aynı Beethoven resimlerini görmek, bi süre sonra “bööğ” deme hissini uyandırıyor, ama doğduğu eve girince o hisler uçup gidiyor. Evet , Beethove'ın doğduğu eve girdim, ayaklarının bastığı yerlere basmaya çalıştım, el yazılarına baktım, doğduğu odayı kokladım, ilk viyolasının yanında durdum. Müzik dünyasına olan katkılarından dolayı bi teşekkür ettim. O da hepinize selam söyledi.
- Münih'te asistanlık yaptığımı söyleyince diğer asistanlardan -Berlin'dekiler hariç- “aa, oo woo” gibi tepkiler aldım. Baya fikayalı bi yer yani.
- Bonn'dan yarım saat uzaklıkta Köln'e gitmemiz için bilgiler veren toplantıdaki mentorlardan biri, “ama dikkat edin çocuklar, Köln gay barları ile ünlüdür, hangi bara girdiğinize dikkat edin” gibi bir cümle kullandı. Ben de “Neden, öldürebilir mi bizi gayler” dedim, “hayır tabi ki öldürmezler, ama sizden başka şeyler bekleyebilirler” dedi. “Yani sen her bara gittiğinde, insanların senden Bir şey bekledikleri umudu ile mi yaşıyorsun” demek istedim ama çok sinirlenirsiniz, cümleler ağır gelir, ne diyeceğinizi bilemezsiniz ya, öyle bi an yaşadım.
- Bu yolculuk sayesinde ilk Almanya içi taksime de bindim. (2004 yılındaki Cuxhaven deneyimlerimi harici tutuyorum sayın okur). Geri dönüşte trenin, Alman dakikliğini utandıracak şekilde Münih'e 15 dakika gecikmeli gelmesi, benim evime giden treni kaçırmama sebep oldu. 25 dakika bekleyip de, gelen bir sonraki trene yanıbaşımın biraz yanında durduğu için nasıl binemediğimi ayrı bi yazıda anlatim sayın okur, şimdilik çok merak edenler “Sliding Door” u izleyebilir. Bir sonraki trenin 1 saat sonra olması, acıkmış ve üşümüş olmam da canıma tak ettirdi, taksime atladım. Münih taksileri İstanbul taksileri gibi değil, bunu tahmin etmiştim, otobüse biner gibi her dakika binemeyiz. Ama gecenin yarısı bindiğiniz bi taksinin şöforunun kadın olduğunu görmek de, yüzünüzde hoş bi gülümseme, ağzınızda“bunu da görecekmişim yüce evren” cümleleri ile sizi eve getirebilir.
Yorumlar