Anneanneciğim,
Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma inanmak istemedim. Gülüşünün, kokunun, dualarının olmadığı bu dünya nasıl dönecek, kestiremedim.
Sen gidince anneanneciğim büyümekten daha da çok korktum. Hayat bundan sonra böyle devam edecekse, ben başka bir gidişi daha kaldırabilir miyim, sordum ama cevap veremedim. Sen gidince sanki tüm uzay sustu, tüm yaratıklar durdu, bir tek kafamın içindeki çığlık kaldı, onu da tardedemedim.
Ama yanıldığım bir şey varmış, sen beni hiç terk etmeyecekmişsin. Kokun burnumda, sesin kulaklarımda, duaların hep yanıbaşımda kalacakmış. Seninle ben özel bağlarla bağlanmışız. Ne dünya ne de ölüm aramıza girebilecekmiş, bak işte bunu hiç öngöremedim. Önceki sabah sarıldım sana sıkı sıkı. Kolsuz yün hırkandaki huzuru, ben küçükken kuaför olmak isteyince saatlerce oynamama izin verdiğin saçlarındaki şefkati hatırladım. Sözler, kelimeler bir süredir dizilmişti boğazıma. Bir yanım hep hüzünlü kalmıştı, fazla renk vermemiştim. Ama sarılınca anladım ki, sen oradasın. Yaptığım her işin içinde varsın biraz. Müzik dokundurduğum her küçük parmakta, sözcüklerini ödünç aldığım her şarkıda, teğet geçtiğim her insanda, kendimi bulduğum her sohbette. Ben çok üzülmeyeyim diye belki de, uzaklardan gelip, bir kahveni içmemi, “doktora tezimi teslim ettim anneanneciğim” dememi bekledin buradaki suretine veda etmek için.
Sen giderken anneanneciğim, hiçbirimizi göğsümüzde bir öfkeyle bırakmadın. Senin içinde öyle çok sevgi varmış ki, hepsi buharlaşıp gözlerimizden yaş yaş, dudaklarımızdan sözcük sözcük aktı. Herkesin kalbine bir parça letafet, herkesin yüreğine bir doz merhamet serpmişsin. Eminim minnetle hepimize baktın. Biz de, buralardaki görevini tamamlamış bir bilgenin ardından bakar gibi baktık, el salladık sana. Şimdi çoğalıyorum, daha çok üretiyorum, daha çok sevgimi ekliyorum, daha çok senin mültefit kalbini paylaşıyorum dünyayla.
Hasretle ve sevgiyle,
Sezgin
Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma inanmak istemedim. Gülüşünün, kokunun, dualarının olmadığı bu dünya nasıl dönecek, kestiremedim.
Sen gidince anneanneciğim büyümekten daha da çok korktum. Hayat bundan sonra böyle devam edecekse, ben başka bir gidişi daha kaldırabilir miyim, sordum ama cevap veremedim. Sen gidince sanki tüm uzay sustu, tüm yaratıklar durdu, bir tek kafamın içindeki çığlık kaldı, onu da tardedemedim.
Ama yanıldığım bir şey varmış, sen beni hiç terk etmeyecekmişsin. Kokun burnumda, sesin kulaklarımda, duaların hep yanıbaşımda kalacakmış. Seninle ben özel bağlarla bağlanmışız. Ne dünya ne de ölüm aramıza girebilecekmiş, bak işte bunu hiç öngöremedim. Önceki sabah sarıldım sana sıkı sıkı. Kolsuz yün hırkandaki huzuru, ben küçükken kuaför olmak isteyince saatlerce oynamama izin verdiğin saçlarındaki şefkati hatırladım. Sözler, kelimeler bir süredir dizilmişti boğazıma. Bir yanım hep hüzünlü kalmıştı, fazla renk vermemiştim. Ama sarılınca anladım ki, sen oradasın. Yaptığım her işin içinde varsın biraz. Müzik dokundurduğum her küçük parmakta, sözcüklerini ödünç aldığım her şarkıda, teğet geçtiğim her insanda, kendimi bulduğum her sohbette. Ben çok üzülmeyeyim diye belki de, uzaklardan gelip, bir kahveni içmemi, “doktora tezimi teslim ettim anneanneciğim” dememi bekledin buradaki suretine veda etmek için.
Sen giderken anneanneciğim, hiçbirimizi göğsümüzde bir öfkeyle bırakmadın. Senin içinde öyle çok sevgi varmış ki, hepsi buharlaşıp gözlerimizden yaş yaş, dudaklarımızdan sözcük sözcük aktı. Herkesin kalbine bir parça letafet, herkesin yüreğine bir doz merhamet serpmişsin. Eminim minnetle hepimize baktın. Biz de, buralardaki görevini tamamlamış bir bilgenin ardından bakar gibi baktık, el salladık sana. Şimdi çoğalıyorum, daha çok üretiyorum, daha çok sevgimi ekliyorum, daha çok senin mültefit kalbini paylaşıyorum dünyayla.
Hasretle ve sevgiyle,
Sezgin
Yorumlar