Genelde blog’umda gezip gördüğüm yerlerle ilgili olumlu şeyler yazarım, belki seyahat ederken pozitif bir ruh halinde olduğumdandır, belki de acımasız birşey yazmaya elim varmadığındandır; bilmiyorum. Ama herkese pekiyi veren her öğretmen gibi, içlerinden kimilerine yıldızlı pekiyi verme hakkını hala elimde bulunduruyorum. 2 yıl önce bana, “Avrupa’nın çeşitli şehirlerini gezeceksin, bil bakalım en çok hangisini seveceksin” deselerdi, inanın cevaplardan birinin Zagreb olacağı aklıma gelmezdi. 5 günlük kısa seyatime rağmen, o kadar ısındım ki bu şehre, şimdiden tekrar gitmek istediğim yerler listesine ekledim.
Neden?
Bir kere şehirde bir huzur var. İnsanlar yardımseverler. Karşımıza her gün elimizde haritalarla bizi görüp ya da etrafa şaşkın şaşkın baktığımızı hissedip yardımımıza koşmak isteyen en az bir insan çıktı karşımıza. Tabi, alışık olmadığımız için en başta yadırgadık, kötü niyetlerden şüphelendik. Sonra yanıldığımıza kanaat getirdik.
Birçok insan ingilizce konuşuyor. İngilizce konuşuyor demek, Oxford aksanı ile bizlere bilimsel bir sunum yapabilecekleri anlamına gelmiyor. Ama özneye yüklemi, bağlaçlara edatları iyi kötü bağlayan, o sırada aklından geçeni diline vardıran herkes o dili konuşuyordur benim gözümde. İşte bu insanlardan bolca var Zagreb’te. Pazardaki meyve satıcısından, durakta yol sorduğunuz şeker teyzeye kadar. Ben şaşırdım. Böylesini daha büyük turistik şehirlerin hiçbirinde görmemiştim, ne Barcelona, ne Roma, ne Prag, ne Riga. Üstelik onların hepsi Avrupa Birliği üyesi, Hırvatistan değil. Ayakta alkışlıyorum.
Benim beraber gittiğim arkadaşımla aynı anda birbirimizden habersiz hissettiğimiz şey insanların samimiyeti ve içtenliği oldu. Kibarlıklarının sahiciliği “gel lütfen bir kez sarılayım sana” heyecanına sürükledi bizleri çoğu zaman.
Bir şehri şehir yapan tabi sadece insanları değil. Sokakları, şehir düzenlemesi, mimarisi, müzeleri, heykelleri de var bu işin. Ben yine genellikle ağzımda büyük bir gülümseme ile gezdim. Sanki birkaç şehri aynı anda gezdim. Münih’te bir süre yaşadıktan sonra, insanın sadece pırıltılı güzelliklere ve düzene değil, birazcık kaosa, birazcık kire pasa da ihtiyacı oluyor. Bu şehir, bunların hepsini çok güzel harmanlamış. Şehir merkezinde meyve, sebze, kuruyemiş satan bir pazarı var, bizim eskiden Kadıköy’de kurulan Salı pazarı. Biraz yukarılara çıkıyorsunuz, büyük katedral, kiliseler ve müzeler. Şehrin aşağı yakası, Doğu Avrupa mimarisi, gri tonuna rağmen duruşundaki asaleti ile, küçük renkli binaları ile Budapeşte’yi anımsattı bana.
Bir kere şehirde bir huzur var. İnsanlar yardımseverler. Karşımıza her gün elimizde haritalarla bizi görüp ya da etrafa şaşkın şaşkın baktığımızı hissedip yardımımıza koşmak isteyen en az bir insan çıktı karşımıza. Tabi, alışık olmadığımız için en başta yadırgadık, kötü niyetlerden şüphelendik. Sonra yanıldığımıza kanaat getirdik.
Birçok insan ingilizce konuşuyor. İngilizce konuşuyor demek, Oxford aksanı ile bizlere bilimsel bir sunum yapabilecekleri anlamına gelmiyor. Ama özneye yüklemi, bağlaçlara edatları iyi kötü bağlayan, o sırada aklından geçeni diline vardıran herkes o dili konuşuyordur benim gözümde. İşte bu insanlardan bolca var Zagreb’te. Pazardaki meyve satıcısından, durakta yol sorduğunuz şeker teyzeye kadar. Ben şaşırdım. Böylesini daha büyük turistik şehirlerin hiçbirinde görmemiştim, ne Barcelona, ne Roma, ne Prag, ne Riga. Üstelik onların hepsi Avrupa Birliği üyesi, Hırvatistan değil. Ayakta alkışlıyorum.
Benim beraber gittiğim arkadaşımla aynı anda birbirimizden habersiz hissettiğimiz şey insanların samimiyeti ve içtenliği oldu. Kibarlıklarının sahiciliği “gel lütfen bir kez sarılayım sana” heyecanına sürükledi bizleri çoğu zaman.
Bir şehri şehir yapan tabi sadece insanları değil. Sokakları, şehir düzenlemesi, mimarisi, müzeleri, heykelleri de var bu işin. Ben yine genellikle ağzımda büyük bir gülümseme ile gezdim. Sanki birkaç şehri aynı anda gezdim. Münih’te bir süre yaşadıktan sonra, insanın sadece pırıltılı güzelliklere ve düzene değil, birazcık kaosa, birazcık kire pasa da ihtiyacı oluyor. Bu şehir, bunların hepsini çok güzel harmanlamış. Şehir merkezinde meyve, sebze, kuruyemiş satan bir pazarı var, bizim eskiden Kadıköy’de kurulan Salı pazarı. Biraz yukarılara çıkıyorsunuz, büyük katedral, kiliseler ve müzeler. Şehrin aşağı yakası, Doğu Avrupa mimarisi, gri tonuna rağmen duruşundaki asaleti ile, küçük renkli binaları ile Budapeşte’yi anımsattı bana.
Museum of Broken Relationships:
En ilgi çekici müze, benim için Museum of Broken Relationships (Kırık İlişkiler Müzesi) oldu. Bir müzeye verilecek en duygu yüklü isim olduğunu düşündüm ilk gördüğümde. Gezdikten sonra da fikrim değişmedi. Berlin’deki Jewish Museum ya da Budapeşte’deki Terror Museum’dan gezip gördüğüm en hüzünlü müzeydi diyemem, bunun başka bir havası var. En romantik-komedi demek daha doğru belki. Müze, aslında insanların eski eşyalarından ibaret. Bu eşyalar içinde spor ayakkabı da var, bir gazete parçası da, vibratör de, eski paralar da. Dünyanın çeşitli yerlerinden toplanmış. Ama eski eşyaları anlamlı yapan hikayeleri. Ben zaten hikayeler diyarında bir gezgin, içeride tavana vuran yağmur şıkırtısı eşliğinde tüm hikayeleri bir bir okudum. Kimileri yüzümde bir tebessüm bıraktı, kimileri bir yumru oldu göğsüme oturdu.
Veggie Life In Zagreb:
Son 1,5 senedir et yemediğim, son zamanlarda da hayvansal ürünlerin diğerlerini de önemli ölçüde azalttığım için, gidip gezdiğim yerlerde birer Vegan/Vejetaryen yemek kültürü araştırması yapmaya karar verdim. Bunun için çok yardımcı olabilecek internet adreslerinden bir tanesi de Happy Cow (http://www.happycow.net/). Akıllı telefonlar için uygulamaları da mevcut, size en yakın vejetaryen/vegan restoranları, cafeleri ve marketleri gösteriyor. Bu site aracılığı ile bulduğum Vegehop’a gittim ben (http://www.vegehop.hr/). Diğer günler de arkadaşlarımla birlikte yemek yemek istediğim için, herkese hitap eden genel restoranlara gittik. Menüler (birçok yerde olduğu gibi) et ağırlıklı, ama benim gittiğim yerlerin hepsinde en az bir iki tane et içermeyen yemekler buldum. Vegehop ise menüsü vegan ağırlıklı, çok küçük (aynı anda 15-20 kişi yemek yiyebilir en fazla sanırım) ama bir o kadar da sevimli bir restoran. Servisleri gayet hızlı. Dediğim gibi menü genel olarak vegan, vegan olmayan ürünler de yıldızla işaretlenmiş ve vejetaryen oldukları belirtilmiş. Günün menüsü olarak sebze çorbası ve seitan ‘lı tortilla yedim ben. Tatlı olarak vegan baklavaları vardı, ben rumlu çikolatalı keki tercih ettim. Fiyatları da hesaplı.
Yorumlar