Ana içeriğe atla

Zagreb, Aralık 2012



Genelde blog’umda gezip gördüğüm yerlerle ilgili olumlu şeyler yazarım, belki seyahat ederken pozitif bir ruh halinde olduğumdandır, belki de acımasız birşey yazmaya elim varmadığındandır; bilmiyorum. Ama herkese pekiyi veren her öğretmen gibi, içlerinden kimilerine yıldızlı pekiyi verme hakkını hala elimde bulunduruyorum. 2 yıl önce bana, “Avrupa’nın çeşitli şehirlerini gezeceksin, bil bakalım en çok hangisini seveceksin” deselerdi, inanın cevaplardan birinin Zagreb olacağı aklıma gelmezdi. 5 günlük kısa seyatime rağmen, o kadar ısındım ki bu şehre, şimdiden tekrar gitmek istediğim yerler listesine ekledim.
Neden?
Bir kere şehirde bir huzur var. İnsanlar yardımseverler. Karşımıza her gün elimizde haritalarla bizi görüp ya da etrafa şaşkın şaşkın baktığımızı hissedip yardımımıza koşmak isteyen en az bir insan çıktı karşımıza. Tabi, alışık olmadığımız için en başta yadırgadık, kötü niyetlerden şüphelendik. Sonra yanıldığımıza kanaat getirdik.
Birçok insan ingilizce konuşuyor. İngilizce konuşuyor demek, Oxford aksanı ile bizlere bilimsel bir sunum yapabilecekleri anlamına gelmiyor. Ama özneye yüklemi, bağlaçlara edatları iyi kötü bağlayan, o sırada aklından geçeni diline vardıran herkes o dili konuşuyordur benim gözümde. İşte bu insanlardan bolca var Zagreb’te. Pazardaki meyve satıcısından, durakta yol sorduğunuz şeker teyzeye kadar. Ben şaşırdım. Böylesini daha büyük turistik şehirlerin hiçbirinde görmemiştim, ne Barcelona, ne Roma, ne Prag, ne Riga. Üstelik onların hepsi Avrupa Birliği üyesi, Hırvatistan değil. Ayakta alkışlıyorum.
Benim beraber gittiğim arkadaşımla aynı anda birbirimizden habersiz hissettiğimiz şey insanların samimiyeti ve içtenliği oldu. Kibarlıklarının sahiciliği “gel lütfen bir kez sarılayım sana” heyecanına sürükledi bizleri çoğu zaman.
Bir şehri şehir yapan tabi sadece insanları değil. Sokakları, şehir düzenlemesi, mimarisi, müzeleri, heykelleri de var bu işin. Ben yine genellikle ağzımda büyük bir gülümseme ile gezdim. Sanki birkaç şehri aynı anda gezdim. Münih’te bir süre yaşadıktan sonra, insanın sadece pırıltılı güzelliklere ve düzene değil, birazcık kaosa, birazcık kire pasa da ihtiyacı oluyor. Bu şehir, bunların hepsini çok güzel harmanlamış. Şehir merkezinde meyve, sebze, kuruyemiş satan bir pazarı var, bizim eskiden Kadıköy’de kurulan Salı pazarı. Biraz yukarılara çıkıyorsunuz, büyük katedral, kiliseler ve müzeler. Şehrin aşağı yakası, Doğu Avrupa mimarisi, gri tonuna rağmen duruşundaki asaleti ile, küçük renkli binaları ile Budapeşte’yi anımsattı bana.

Museum of Broken Relationships:

En ilgi çekici müze, benim için Museum of Broken Relationships (Kırık İlişkiler Müzesi) oldu. Bir müzeye verilecek en duygu yüklü isim olduğunu düşündüm ilk gördüğümde. Gezdikten sonra da fikrim değişmedi. Berlin’deki Jewish Museum ya da Budapeşte’deki Terror Museum’dan gezip gördüğüm en hüzünlü müzeydi diyemem, bunun başka bir havası var. En romantik-komedi demek daha doğru belki. Müze, aslında insanların eski eşyalarından ibaret. Bu eşyalar içinde spor ayakkabı da var, bir gazete parçası da, vibratör de, eski paralar da. Dünyanın çeşitli yerlerinden toplanmış. Ama eski eşyaları anlamlı yapan hikayeleri. Ben zaten hikayeler diyarında bir gezgin, içeride tavana vuran yağmur şıkırtısı eşliğinde tüm hikayeleri bir bir okudum. Kimileri yüzümde bir tebessüm bıraktı, kimileri bir yumru oldu göğsüme oturdu.

Veggie Life In Zagreb:

Son 1,5 senedir et yemediğim, son zamanlarda da hayvansal ürünlerin diğerlerini de önemli ölçüde azalttığım için, gidip gezdiğim yerlerde birer Vegan/Vejetaryen yemek kültürü araştırması yapmaya karar verdim. Bunun için çok yardımcı olabilecek internet adreslerinden bir tanesi de Happy Cow (http://www.happycow.net/). Akıllı telefonlar için uygulamaları da mevcut, size en yakın vejetaryen/vegan restoranları, cafeleri ve marketleri gösteriyor. Bu site aracılığı ile bulduğum Vegehop’a gittim ben (http://www.vegehop.hr/).  Diğer günler de arkadaşlarımla birlikte yemek yemek istediğim için, herkese hitap eden genel restoranlara gittik. Menüler (birçok yerde olduğu gibi) et ağırlıklı, ama benim gittiğim yerlerin hepsinde en az bir iki tane et içermeyen yemekler buldum. Vegehop ise menüsü vegan ağırlıklı, çok küçük (aynı anda 15-20 kişi yemek yiyebilir en fazla sanırım) ama bir o kadar da sevimli bir restoran. Servisleri gayet hızlı. Dediğim gibi menü genel olarak vegan, vegan olmayan ürünler de yıldızla işaretlenmiş ve vejetaryen oldukları belirtilmiş. Günün menüsü olarak sebze çorbası ve seitan ‘lı tortilla yedim ben. Tatlı olarak vegan baklavaları vardı, ben rumlu çikolatalı keki tercih ettim.  Fiyatları da hesaplı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ