Christopher Street Day, ya da kısaca CSD, bildiğimiz Gay Pride'ın Almanya'daki adı. "Onur Haftası Christopher Street Day olarak geçen bu hafta, ABD'de 1970'lerin başında eşcinsellerin baskılar karşısında birkaç gün süren protesto yürüyüşleri ve direnişlerinin sonucunda (bakıveriniz: Stonewall ayaklanmaları) kutladıkları bir haftadır. İsmini bu direnişlerin yer aldığı New York'taki Christopher Street'ten alır" der wikipedia.
Neyse efem, geçtiğimiz haftasonu Münih'de CSD kutlandı. Farklı mekanlarda, aynı anda gerçekleşen partiler, belediye binasının o gün için Club'a dönüştürülmesi ve her yeri kaplayan gökkuşağı bayrakları ile ortalık rengarenkti. İstanbul'da sadece bir yürüyüş zar zor organize edilirken ve binbir engelle karşılaşılırken, burada hem şehir belediyesini, hem halkı arkasına almış bir CSD günü, insana 'bak işte, medeniyet' dedirtiyor.
Biraz da Meryem Ana
Eşcinsellik - din ilişkisi biraz çetrefilli. Sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da da aynı durum sözkonusu. Fakat yine de, Mevlana mantığıyla 'herkesi kucaklayalım, yeter ki gelin' diyen liberal kiliseler de yok değil. Bunlardan bir tanesinde onur haftası şerefine yapılan sabah ayinine hem korist hem de gözlemci olarak katıldım ben de.
'Jede braucht ein bisschen Maria' (Herkesin biraz meryem ana'ya ihtiyacı vardır) sloganı ile yola çıkılmış törenin ilk konuşmasındaki 'bence herkesin asıl Joseph'e ihtiyacı var' cümlesi tüm izleyicileri gülümsetti. Kilisenin de sokaklar gibi rengarenk olması ve bayraklarla donatılmış olması ayrı bi hoştu.
Böyle manzaları kendi ülkemizde de görmek dileğiyle deyip konuyu bağlayalım efem.
Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina
Yorumlar