Ana içeriğe atla

Serzenişler I


1.1. Zor dostlarım zor. Bir taraftan “akıntıya karşı kürek çekmeyeceksin, her şeyi kabulleneceksin, suyla beraber yüzeceksin”, diğer taraftan “sana verilenlerle yetinmeyeceksin, bazen dikine gideceksin, savaşacaksın, elde edeceksin” diyor bana bu dünya. “Aşk en değerli şey, çok sev, muhabbet et, uğruna her şeyi feda et” diyor önce, sonra aralara dağlar, bayırlar, okyanuslar sokuyor, hadi bakalım, kim artık işin içinden sağ çıkabilirse. Hafif hafif dalga geçiyor, içimdeki duyguları alıyor, ince ince soyuyor, yumuşak yumuşak karıştırıyor, tane tane önüme diziyor, “ayıkla hadi pirincin taşını” diyor. “Kafan karışsa da, dilin tutulsa da, miden bulansa da, çıkarı yok, yürüyeceksin bu yollarda” diyor. “Biraz daha ipucu ver” diyorum, “bilim var, sanat var, felsefe var, sen varsın, beni uğraştırma” diyor. Zor dostlarım zor.

1.2. Dedim ki sevgili E., neden zorundayız sevmeye, sevilmeye, sonunda evlenmeye? Neden her şey iki kişilik? Ne ara yalnız olmak, başarısızlık ölçütü oldu biz dünyalılar arasında. Kim karar verdi bunlara vakti zamanında, kimin cesareti var kendi özünü aramaya? Çıksın meydana. Ya aşk dediğin kurmacaysa? Dedim ki sevgili E., ne olur cevap ver bana, sahiden bir ödül var mı bu oyunun sonunda?

1.3. Düşündünüz mü, bir insan günün yüzde kaçını kendisi olarak geçirebiliyor? Yazar Jorge Luis Burges’ı sokakta gören bir kişi heyecanlarak, emin olmak için kendisine gitmiş ve sormuş: “Afederseniz, siz Burges misiniz?” O da cevap vermiş, “evet, genellikle.” Peki biz ne kadar kendimiziz? Günün yüzde kaçı? Kaç kere eve yorgun argın geldiğinizde, kıyafetlerinizle birlikte bir köşeye attığınız şey, gün boyunca üstünüze takıntığınız rol oluyor? Kaç kere “dünya varmış,  nihayet kendimim, ne zormuş bir başkasını taşımak omuzlarımda” diyorsunuz bir oh çekip yatağa uzandığınızda. Kaç tane hobiniz/uğraşınız var, kimselerin bilmediği, asla bilmeyeceği, yeterince ‘cool’ olmayan? Kaç tane siz var oralarda, üstünüze tam oturmasa da, her gün giydiğiniz, çıkarmayı beceremediğiniz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ