Diren Gezi. Diren ki yarınlara umutla bakabilelim. “Yaşasın, ülkemizde ucundan da olsa demokrasi varmış” diyebilelim.
Son günlerde yaşanan olaylar
hepimizi sarstı. Suratımızın ortasına yediğimiz tokatların haddi hesabı yoktu
zaten, bir de üstüne biber gazı eklendi. Türkiye’de olamayanlarımızın içi
eridi, sinirleri yıprandı, yumrukları sıkıldı. Çığlıklarımızı Twitter’da, Facebook’ta,
yazılarla, paylaşımlarla attık. Yetmedi, dayanamadık yaşadığımız şehrin
sokaklarına çıktık, bağırdık. “Dayan Gezi, ne olur, dayan” dedik. “Çünkü
Türkiye’de değil, yurtdışında da yaşasak, iş güç aile her şeyi buraya da
taşısak, senin o sanata, bilime, söz söyleyene, fikir sahibi olana saygı göstermez,
kıymet bilmez tavrından bıkmış da olsak kalbimizin bir parçası hala o
topraklarda” dedik. Kim ister ki bizi doğuran, büyüten şehirler yasaklarla, çatık kaşlarla, “hayır bu kanalı
izleyeceğiz, çünkü ben öyle istiyorum” diyen babalarla dolsun? Doğan Cüceloğlu’nun
sık sık kitaplarında bahsettiği gibi bizim topraklarda cirit atan “korku
kültürü” virüsüne çare bulup, yerine “sevgi kültürü” aşılayabilseydik, bugün televizyonlardan
“sen mi öğreteceksin bana ne yapacağımı? Yıkılacak dediysem yıkılacak”
seslerini duymazdık belki.
“Hadi oldu bi kere artık, buradan
ne ders çıkarabiliriz” diyelim. Zihinlerimizdeki sözlüklerimizde “demokrasi,
din, hoşgörü, beraberlik, dayanışma” gibi kavramları sorgulayıp, anlamları
genişlettiğimize sevinelim. Ama o şiddet olmasın gözünüzü seveyim. “Ağaçlar
kesilmesin” diyen bir insanın, insanların diri diri kesilmesine gönlü, vicdanı
nasıl razı olur? Olmaz ki. Bu işin dini, inanışı, fobiği, “dediğim dedik”i yok.
İNSANLAR DURDUK YERE ÖLMEMELİ. Bu ülkenin insanları beyin jimnastiklerini “biber
gazlarından nasıl korunuruz” ya da “internet kesilirse nasıl iletişim halinde
kalırız” ile değil, sanatla, bilimle, felsefe ile yapabilmeli. Çok mu şey
istiyoruz?
Yazının dağınıklığının kusuruna
bakmayın dostlar. Günlerdir okuduklarımla, düşündüklerimle, gördüklerimle o
kadar harap bitap düştüm ki, hiçbirşey toplayacak halim kalmadı. Geçtiğimiz gün
bütün bu direniş sürecinde, benim görüşüme tamamen zıt görüşte olan birisi ile
karşılaştım. İnanır mısınız, ikimiz de birbirimize duyduğumuz saygıdan ödün
vermeden, seslerimizi yükseltmeden konuşabildik. “Ama yasaklarla dolduk”
dedim. “Ne mesela” dedi. “En son çıkan alkol meselesi var ilk aklıma gelen”
dedim. “Fena mı? İnsanların sağlığını koruyor işte” dedi. “Ah ben de istemez
miyim, insanlar kendi sağlıklarına biraz daha dikkat etsinler, ama bunun
üniversitelere türbanla girmeyi yasaklamaktan ne farkı var” dedim. “Haklısın,
ama o zaman niye ona ayaklanmadılar o yasakçı zihniyet karşıtı geziciler” dedi.
“İnsanlar yaralanıyor, reva mı bu bize” dedim. “Abartıyorlar” dedi. “Abartmıyorlar,
kendi arkadaşlarım var, zarar görüyorlar, içim acıyor” dedim. Benim kadar
üzüldü. “Bizim kitabımızda bunun yeri olamaz” dedi. O an ikimiz de aynı şeyi
düşündük, “şiddet durmalı” dedik.
Şiddet durmalı. "Korku kültürü" durmalı. "Ben ne istersem o olur" tavrı durmalı. O zaman ağaçlar
zaten yerinde durur.
Sevgiler.
Yorumlar