İşler çığrından çıktığında, daha
fazla birşey taşımayacağımı hissettiğim anlarda, bedenimde sinsi sinsi birikmiş
enerji patlamaya hazır olduğunda vuruyorum kendimi sokaklara, gidiyorum dere
tepe yollarda. Sanki dertler, sıkıntılar, yediğim haksızlıklar, kalbimi
kıranlar, yemeye çalışıp da yutamadığım büyük lokmalar hepsi peşimde, ama bir türlü bana yetişemiyorlarmış
gibi. Öyle bir özgürlük, öyle bir özgüven, öyle bir mutluluk hissi ki, koşmadığım zamanlar bunu tarif edebilmem zor.
Koşmak için ne fazla bir ekipmana
ihtiyacınız var, ne müthiş bir spor bilgisine, ne de aylık spor salonu üyelik kartına. İnsan bedeninin
kaldırabileceği en minimalist, ama bi o kadar da en kafa rahatlatıcı spor dalı zannımca.
Koşarken hayatın aktığını iliklerime kadar hissediyorum. Hayat saniye saniye,
hiç durmadan, hızlı hızlı akıyor ve benim tek yapabileceğim, onun içinden
geçerek ilerlemek. Fazla durmadan, geriye bakmadan, bir önceki dakika için
pişmanlık duymadan, bir sonraki adım için endişelenmeden, yanımdan koşup beni
sollayanların hızını umursamadan, kendi ritmime bakarak, bedenimi dinleyerek,
ümitsizliğe kapılmadan.. Sanki koşmak, kafamın almadığı şeyleri, bana çaktırmadan öğreten bir öğretmen.
Yorumlar