Ana içeriğe atla

Marakaslarla değişecek bu dünya

Müziğin herkesi biraraya getirebilen, sihirli bir yönü var şüphesiz ki. Hiç tanımadığınız, hikayelerinizin örtüşmediği insanlarla buluşabiliyorsunuz bazen şarkılarda. Aynı şarkılarda içiniz acıyor, aynı şarkılarda kalbiniz 9/8’lik atıyor. Dil, ırk, saç rengi, ayakkabı numarası, eğitim düzeyi tanımıyor bu iş. Geçtiğimiz hafta, temelini bu felsefeye kurmuş, bana müthiş bir ilham ve enerji veren bir konferansa hem dinleyici, hem konuşmacı olarak katıldım: Uluslararası Community Music günleri. Sadece sunumlar aracığı ile değil, tanıştığım insanlar, molalarda yaptığımız sohbetler, izlediğim konser ve dinletiler sayesinde de neşe ve ümit doldu içim. Tam da aynı günlerde malum olaylar yaşandı; Facebook sayfam birbirine girmiş insanlar ve mesajlarla doldu. Terör hayatlarımıza, kanımıza, buğdayımıza sinsi sinsi işledi. İşte tam bu noktada dedim ki, daha da çok müzik lazım. Müzik lazım, felsefe lazım, bilim lazım, sanat lazım. Herkese lazım. Hepimize lazım. Ayrıştırmadan, “sen yapamazsın, yeteneksizsin” demeden, “müzik, sadece yapabilen için oradadır” diye düşünmeden.

Resim: http://www.masamba.com/uncategorized/cm-conference-munich-2015-initial-impressions/

Community Music de tam bundan konuşuyor. Farklı grupların müzik sayesinde hayata dahil edilmelerini hedefleyen CM akımı, yeni yeni bu isimle yayılıyor diyebiliriz. Fakat aslında anafikri çok basit ve birçok müzik öğretmeni arkadaşım gibi ben de yıllardır (adının ne olduğunu bilmeden) uyguluyordum bu pratiği. Hani okullarda müzik dersinde, çok farklı iki çocuk müzik sayesinde birbiri ile buluşur, aynı şeylerden keyif alabildiğini farkeder de, bu güçten herkesin içine umut dolar ya, işte bu ve bunun genişletilmiş açılımı CM. Sadece okullarda değil, okul dışında da müzik ile kaynaşmayı hedef alıyor. Hapishanelerde yapılan müzik çalışmaları, engellilerin oluşturduğu orkestralar, daha önce hayatında hiç müzik yapmamış insanların kendi enstrümanlarını üreterek besteler yapmaları aklıma ilk gelen birkaç örnek. Sadece “müzik öğretme” kavramını değil, müziğin aslında ne olduğunu da sorguluyor ve sorgulatıyor. Kafalarımızda yıllardır yer etmiş “Ben enstrüman çalamam, sesim güzel değil, nota okuyamıyorum; o yüzden müzik yapamam” algılarını yıkıp “Müziğin sınırları yoktur, müzik hepimiz için”  noktasına getiriyor bizi.



Ben, müzik sayesinde hem hayatımda birçok zorluğu aştım, hem de kendimi tanıma, anlama fırsatı buldum. Bütün bunlar, sadece tırnak içinde yetenekli olduğum için olmadı. (Yetenek dediğimiz nedir, ayrı bir yazı konusu). Dinlemeyi, anlamayı, karşı taraftan bakabilmeyi, yerine koyabilmeyi müzik sayesinde öğrendiğim için oldu. Her ne kadar akademik geçmişim, bana ürettiğim her notayı ayrı ayrı sorgulatsa da, müzik aslında bunların çok ötesinde. İçimde bir yerlerde bunu hep biliyorum. Küçük bir çocukla beraber davul çalmayı deneyip de, o minik gözlerdeki enerjiyi görmüş herkes anlayacaktır ne demek istediğimi. Picasso ne de güzel demiş “Her çocuk sanatçıdır. Sorun, büyüyünce de sanatçı kalabilmektir” diye. Büyüdükçe daha çok sarıyor insanın çevresini eleştiriler, bensendendahaiyibiliyorum’lar, senyapamazsın’lar, seninnehaddine’ler. O yüzden her vuruşumuzda o davula, bir hata, eksiklik, bir yanlış ritm aramaktan mutlu olmaya halimiz kalmıyor. Sanırım bu yüzden daha da çok sevdim bu konferans boyunca yaptığım çalışmaları. Pete Moser ile katıldığımız workshop’ta 20 kişilik büyük bir grup olarak, ellerimizde küçük, bir kısmı el yapımı enstrümanlar ile doğaçlama şarkılar yazdık. Hiç bir ses “yanlış” kabul edilmedi, hiç bir söylenmiş söz ile dalga geçilmedi, hiçbir notaya itiraz edilmedi. Herkes içinden çıkan müziği üfledi. Herkes birbirini dinledi.

U2’dan Bono “Müzik dünyayı değiştirebilir. Çünkü müzik insanları değiştirebilir” demiş. Dünya bir günde değişmeyecek. Ama küçük küçük değişimler olacaksa, bunlar ilk başta dediğim gibi müzikle, sanatla, birbirimizi anlamakla olacak. Evet, buna inanıyorum; birbirinden farklı olduğunu düşünen 20 kişinin biraraya gelip, ellerinde marakaslar eşliğinde şarkılar söylemesi ile değişecek bu Dünya.

Müzikle ve sevgiyle kalın.

Sezgin

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ