Son iki yazdır Türkiye’nin güneybatı civarlarında
demleniyorum Ağustos sonlarında. Geçen yaz Datça’yı keşfetmiştim; bu yaz ise
İzmir’den başlayıp Güzelçamlı, Bodrum, Mazı Köyü rotalı bir Ege turu yaptım.
Hepsinden de çok keyif aldım. Bunları ayrı bir yazı konusu yapmak istiyorum.
Fakat öncelikle söylenmek istediğim bir konu var. Çünkü canımı acıtıyor, göz
zevkimi bozuyor ve sinirime dokunuyor. Tüm bu gezdiğim yerlerin zevksiz mi zevksiz
bir ortak noktası: Yer, deniz, orman dinlemeyen atıklar.
Türkiye kah keşfedilmiş (ve darp edilmiş), kah
keşfedilmemiş bir çok doğal güzelliği barındırıyor içinde; kabul. Ama bizim de
bu doğal güzelliklere borçlu olduğumuz bazı doğal görevler var diye
düşünüyorum. Temiz tutmak, bakımını yapmak, arada nabzını ölçmek, nefes alıp
almadığını kontrol etmek gibi. Nasıl ki evimizde çiçeğimize su, kedimize mama
veriyoruz; tatile giderken komşulardan eve bir göz kulak olmalarını rica
ediyoruz; gördüğümüz enfes güzelliklere de bunun hiç olmazsa bir onda birini
borçluyuz gibi. Evet, üstüne basa basa borç diyorum. Çünkü doğal
güzelliklerin ne doğallığı ne de güzelliği dayanacak bizim bu kafa göz yarmalarımıza,
üst baş kirletmelerimize. Çok da güç olmamalı kendi payımıza düşeni yapmak, çevreye
olabildiğince az tahrip vermeye çalışmak. Misal yerlere çöp atmamak. Misal, yaz
ortasında, ormanda, görünen yerlerdeki ‘yasak’ yazılarına rağmen ille de ateş
yakmaya çalışmamak. Misal, sigara içilmemesi rica edilen, doğal güzelliklerin yanı
sıra tarihi eserlerin de olduğu bir bölgede, ille de tütün sarıp “bir şey
olmaz, ben külünü şişenin içine atıyorum” dememek. Zor gibi duyulmuyor aslında,
ama uygulamada şey oldu galiba.
Avrupa’nın bir çok ülkesini ziyaret ettim, yerlerde
bu kadar çok çöp olan başka bir ülke görmedim. Biz Almanya’da bırakın yere çöp
atmayı, artık nasıl daha az plastik kullanabiliriz, daha ne kadar bu çöpleri
ayrı ayrı kutulara atıp geri dönüştürebiliriz, daha nasıl alışveriş yapabiliriz ki daha
az çöp çıksın diye kafa patlatırken; dağların, sahillerin, ağaçların, karıncaların
içinde boş bir Hanımeller paketi, kutu kola tenekesi, plastik su şişesi, sigara
paketi, hatta kullanılmış bebek bezi görmek, inanın her seferinde içimden bir
parça koparttı. Yerlerde gördüğüm her atık, suratıma çarpan bir tokat,
haksızlığa uğradığımda yüzümde patlayan bir cümle oldu. Elimden geldiğince gördüğüm
atıkları toplayıp, yanımda sürekli plastik paketlerle dolaşsam da, “Gökten
sürekli çöp mü yağıyor bu ülkeye?” hissinden kurtulamadım. Üstelik daha da
acısı bazılarının 20 metre ötesinde çöp kutusu vardı. Benim aklım almıyor
artık, bir bilmediğim varsa lütfen bana açıklansın. Türkiye’de doğanın plastik
çöpleri çok kısa sürede kendi kendine çözme gibi bir yeteneği mi var? Denizde
balıklar sigara artıkları ile mi besleniyorlar? Hayvanlar yemek için yere
atılmış bisküvi paketi mi tercih ediyorlar? Hepsini (geçmeyelim ama) geçelim,
bu çerçöpün içinde oturmanın, yüzmenin, güneşlenmenin, hatta kamp yapmanın
benim göremediğim ayrı bir estetiği, zevki, güzelliği mi var? Çöpünü çantana
atıp ya da cebine koyup en kısa yerde çöp kutusuna atmanın külfeti ne kadar
olabilir? Sosyal medyada yaz geldi mi cıvıl cıvıl açan denizli, plajlı, yeşilli
kadrajların on adım ötesi hep bir atık yuvası mı? Bizim şehirlerimizde görmek
istediğimiz görsel estetik, Instagram karesinin içine sıkıştırılmış, filtresi
bol yaz fotoğraflarından mı ibaret? Aklıma önceki haftalarda Münih’te yolda
gördüğüm anne ve iki üç yaşlarındaki çocuğu geliyor. Çocuk yere atmış elindeki
paketi. Anne de sokağın ortasında durmuş, sabırla ona neden o çöpü oraya
atmaması gerektiğini anlatıyor. Çöpü kendisi bile yerden almıyor, çocuk o
bilinci kazansın diye ona aldırtmaya gayret gösteriyor.
Bu konuda tatil boyunca o kadar çok laf ettim ki,
bu lafları toplayıp bir yazı haline getirmesem olmayacaktı. Kimi sorumlu
tutacağımı, kime kızacağımı da bilemiyorum. Çünkü bu satırları okuyacaklarını tahmin
ettiğim insanlar da dahil, gördüğüm, tanıdığım, bildiğim hiçbir insana bu
vurdumduymazlığı konduramıyorum. Yine de bir umut, ses çıkarmak istiyorum. Yüzdüğüm
yerden bir el verip, dünya batağın ne kadar derininde, şöyle bir göstermek
istiyorum. Biliyorum, ben bunları yazdım diye yarın herkes atıklarını sokaklara,
ormanlara, denizlere atmaktan vazgeçmeyecek. Çöp kutusu gibi olan gündemimiz,
herkes yarın çöp atmayı bıraksa da değişmeyecek. Ama belki bir kişinin kafasına
dank eder, o da bir arkadaşını etkilerse; o kişi de yolda gördüğü başka
birisini uyarırsa, sokaklarda belki üç beş çöpümüz az olur; nefes alacağımız alanlarda
üç beş dakika fazladan durabilme şansımız artar diye umut ediyorum. Herkese huzurlu,
sarı yapraklı, ve romantik bir sonbahar diliyorum.
Yorumlar