Yılbaşının bir çok anlamı olmuştur benim için. Başlangıçlar, hayaller, planlar, kararlar, umutlar. Sadece yeni yıldan değil, yeni yıla girilen akşamdan beklentilerim de büyük olmuştur. Çok gülmeli, çünkü gülmek beynimize mutlu olduğumuz mesajını gönderir. Çok içmeli, çünkü hayatın bizi savurduğu yerleri, olamadığımız kişileri, çöpe attığımız hayallerimizi başka türlü unutamayız hızlıca bir gecede. Çok güzel planlanmalı, çünkü es kaza da olsa sıkıcı bir partiye denk gelmemeliyiz. Çok eğlenmeli, çünkü yeni yıla nasıl girersek tüm yıl öyle geçer.
Yılbaşı akşamlarının getirdiği yüzeysellik ve sürekli çok eğleniyormuş gibi yapmak beni hep rahatsız ediyordu ve yoruyordu. İçe dönük (introvert) bir insan olarak, uzun zamandır hayalimdeki yılbaşında sadece sessizce oturmak ve meditasyon yapmak vardı. Fakat ilişki, seyahat ve ortak planlar gereği son birkaç senedir buna fırsatım olmadı ve kendi sınırlarımı (pek de farkında olmadan) zorladım. Biz içe dönükler genelde azınlık olduğumuz, ve dışa dönüklerin dünyayı algıladığı şekilde bir hayat tarzı sürmeye teşvik edildiğimiz (zorlandığımız?) için bazen kendimiz bile idrak edemiyoruz sanırım fırtınanın gelişini. Yılbaşından önceki sabah tamamen panik ve korku içinde uyanıp da bir şeylerin ters gittiğini anladığımda, kendi kendime grubumuzdan benim gibi içe dönük diğer arkadaşın bunu nasıl becerdiğini sordum. “Ben neden normal değilim? Neden herkes gibi olamıyorum? Neden anın tadını çıkaramıyorum?” diye önce kendimi (tabii ki gereksiz yere) suçladım. Sonra herkes bir yerlere gezmeye, kahve içmeye, yeni yerler keşfetmeye giderken, ben tek başıma oturdum ve uzun uzun kitabımı okudum. Tamamen insansız ve sakin geçen bir günün ardından, akşama kadar tekrar sakinleştim. Yukarıda bahsettiğim arkadaşım ise dolu geçen bir günün ardından, tam yemekten önce küçük çaplı bir panik geçirdi ve kendini karanlık bir odaya atmak zorunda kaldı. Tabii ki durumuna çok üzüldüm. Ama bir taraftan da yalnız olmadığımı(zı) anlayıp şükran ve minnetle karışık, mutlu olmaktan utanmalı bir his kapladı içimi.
Akşam masada yeni insanlarla tanışıp güzel sohbetler ederken, Almanca‘da yılbaşı için söylenen bir terim dikkatimi çekti: Jahreswechsel. Yani “Yıl değişimi”. Yeni başlangıçlar, yeni umutlar, yepyeni bir hayat değil; biz kendimiz olmaya devam ederken, kendi kendine değişen bir yıl. Çok da önemli değil(miş gibi). İstersek lütfedip şerefine birer kadeh şampanya içebiliriz. Peki yıllar değişirken biz de değişmiyor muyuz? Tabii ki. Ama 10’dan geriye doğru sayıp aniden parlayarak değil. Havai fişekler gibi ışıl ışıl etrafa saçılarak da değil. Bazen bir bebeğin yürümesi öğrenmesi kadar yavaş. Bazen yeni bir dil öğrenir gibi sabırlı. Bazen tırnak uzaması kadar sinsi. O yüzden gerek yok sanki bir geceye büyük umutlar bağlamaya, bir eğlenceye bu kadar fazla anlamlar yüklemeye.
Yıl değiştikten hemen sonraki sabah huzurlu, paniksiz, mutlu uyandım. Hiçbir şey, her gün olduğundan daha fazla yeni değildi. Kendime yeni bir ben de lazım değildi. Önümüzdeki sene değişen yıldan fazla şeyler beklememeye karar verdim. Kim bilir belki benim gibi içe dönük arkadaşlarımı davet edip alternatif bir parti yaparım ve hep beraber hiç konuşmadan sessizce otururuz.
Herkese huzurlu, mutlu, yavaş değişimler diliyorum.
Sezgin
Yorumlar