Buraya gelmeden çok önce, hatta buranın neresi olduğunu bile öğrenmeden önce biliyordum buranın bana çok iyi geleceğini. Geldi de. Bir günde erip de, hayatın tüm sırlarını keşfetmedim, her şey aşama aşama gidiyor, ama Münih bana biraz torpil yaptı, 2-3 adım zıplatarak yürüttü. O yüzden dedim ki geçen gün, “Münih benim Hindistan'ım oldu”. Ferrari'sini satan bilge gibi kitaplar veya Thank You India gibi Alanis Morissette şarkıları sağolsun, huzuru bulmanın yolunun Hindistan'dan geçtiğine dair inanışlar yavaştan kafama kazınmıştı son zamanlarda. Yok, karşı da değilim, gitmesem de Hindistan'ı severim, Hint'li arkadaşlarım vardır, onları da çok severim. Ama kişisel gelişimimde Münih, şu an bana Hindistan'ın vermediğini verdi. Ya da birçok şeyi elimden aldı. Bu da nedense işe yaradı. Size büyük bi devrim gibi gelmeyebilir, ama bakkala giderken bile müzik dinlemekten vazgeçemeyen ben, kulaklıkların kulaklarıma daha fazla zarar vermesine “dur” demeden edemedim, kulaklık ve mp3 çalar kavramlarını hayatımdan çıkardım. Onun yerine, yollarda harıl harıl kitap okumaya başladım. Dünyanın en akıllı icatlarından biri olan interneti, Alman usulu kullanmaya başladım. Yani, işine yarayacak her şeyi kullanmaya evet, Facebook başına çakılıp saatlerce tanımadığın insanların resimlerine bakarak günü bitirmeye hayır. Tabi bu kıvamı benim yakalayabilmem için, internetsiz bi ev şartmış, bunu anladım. 5 ay önce internetsiz bi evde yaşayacağımı söyleseydiniz, “delirdiniz mi” derdim, bugün “haftaya WLAN bağlanıyor” diyen evsahibime buruk bi şekilde gülümser oldum. İnsan sadece sevmediklerinden değil, sevdiklerinden de uzaklaşmaya ihtiyaç duyuyor sanırım zaman zaman. Son zamanlarda, birsürü alışkanlığımı ters düz ettim, yeni insanlar tanıdım, yeni yerler keşfettim, camın kenarından yağan karı izledim, bol bol kitap okudum, almanca kelimeler öğrendim, yemekler yaptım, hepsini yedim. Dışarı çıkıp, fotoğraf gibi manzaralara baktım, tanımadığım insanlarla ayaküsü sohbet ettim. Canım ne istiyorsa onu yaptım. Kimi zaman da hiçbirşey yapmadım. Benim gibi bir insan için alışması zor bi kavram, ama nasıl olduysa denedim. Bazen de aklıma takılan düşüncelerle oynadım, onlar beni yakalamadan, ben onları yakaladım. Son günlerdeki favori cümlem “Her şey geçer” i üstlerine saldım.
Sevdiğim bir işim oldu. Sabahları kalkarken gülümsedim.
Şansıma inandım, meğer ona inanmayı bekliyormuş yıllardır, bir misafirperver karşıladı beni, her şeyi anında tıkırına koydu.
Gidecek yeni yeni yerler, yapacak yeni yeni işler buldum kendime. Hayal kurmak çok keyifli. Mesela bunlardan biri seneye Japonya'ya yerleşmek. Bunu söylediğim herkes bana güldü. Herhalde şaka yaptığımı sandılar. Bi tek annem “oğlum biraz aklın karışmış galiba bu aralar” dedi. Bi de buradaki Japon arkadaşım çok sevindi, “orada herkes sana bayılacak” dedi.
Evet, buraya gelmeden önce buranın bana çook iyi geleceğini biliyordum. Bol bol seyahet edeceğimi de biliyordum. Ama bu seyahatler hep dışarı olacak sanıyordum, meğerse çoğu içeri olacakmış. İçerde de keşfedecek çok şey varmış, haberiniz olsun.
Yorumlar