Rotterdam, 2013 |
Öyle bir yol seç ki kendine, en küçük taşları bile sana özgü olsun. Hani istemiyorsan ölme mesela, Parfümün Dansı’da sırf canı istemediği için ölmeyen Alobar gibi. İlle öleceksen de kendi istediğin gibi öl. Daha da iyisi, yaşarken istediğin gibi yaşa. Ama, yaşarken ölme mesela. Bence en kötüsü o, eğer birisi fikrimi soracak olursa.
Çık
çıkabiliyorsan bulunduğun o odadan. Gir bak bi’ diğer odalara. Hepsinin
penceresi ayrı, hepsinin penceresinden görülen manzara ayrı. Bak o pencerelerden
bir bir dışarıya. Zordur başta, ama gitgide daha çok keyif alıyorsun, bir kez
tadına vardıktan sonra. Bak göreceksin o zaman, ekşi bir his bırakacak zamanla “Şuna
bak ya, ne anormal” demenin verdiği tad ağzında. Bir gün postane kuyruğunda
beklerken, altında slip beyaz iççamaşırından başka birşey olmayan, gömleğinin
tüm düğmeleri açık, saçları uzun bir adam görüp, gülümse hakeza. Teşekkür et: Ya birilerinin yüzümüze yüzümüze attığı bu
tokatlar da olmasa? Delilikse bunun adı, öv onu Erasmus gibi. İyi ki deliler var, yoksa ne sıkıcı bir akıl hastanesi olurdu
burası da. Bak sonra, diğer insanlara. Gördükleri şeylere bakıp da kıskıs
gülmek için, gözlerini devirenlere, kalplerini kilitleyenlere, ağızlarını
kapatanlara. Sen onlardan olma, ne olur, olma. Herkesin Dünya’yı değiştirmek
istediği bu tımarhenede, sen kendini değiştir, kulak ver de Tolstoy’a.
Zor mu? Zor.
Korkutur mu? Muhakkak. Ama ilânihâye sürmeyecek onlar da. Sadece kendi
olmayı seçenler başucumuza koyduklarımız sonuçta; okuduktan, dinledikten,
izledikten sonra. Bu yol senin yolun olacak sonunda; başkaları anlasa da,
anlamasa da. Ondan sonra haykır Sinatra gibi, kendi seçtiğin tonda: “İstediğim
gibi yaşadım, kendi yolumda”.
Varsa bir şansım,
bu mektup doğmamış bana. Hani olur ya, kulak verir belki bu bilge taklidi yapan adama .
Sevgiler,
S.
Yorumlar