Ana içeriğe atla

Amy'den kalanlarla


Yaşamak bazen çok acıtıyor. Kaçıp gitmek, dahası eriyip kaybolmak istiyor insan. Bırakın çözüm bulmayı, varolmak bile insanın içinden içinden gelmiyor. Sezen Aksu’nun dediği gibi “bildiğin çektiğine yetmiyor”. O zaman işte açıp bakabilirsen, bir kitap, bir film, bir şarkı, bazen sahiden de iyi geliyor. Nasıl yaşıyorlarsa bazı insanlar, alıp senin içindeki düğümleri tek tek açabiliyorlar.

Amy Winehouse, o insanlardan biri olmuştur sanırım birçoğumuz için. Nasıl bir yetenekse, o son derece kişisel, kendine özgü hikayelerini, hepimizin yüreğine dokunacak şekilde kaleme dökebilmiş. Amy belgeselini izledikten sonra ise, insanın içine bir yumru oturuyor. Her iyi filmden sonra, bir süre hikayenin etkisinde kalır, günlerce üstüne düşünürüm, ama vakit geçtikçe hayal ürünü olan bir metaryelin içinde yaşamanın mantıklı olmadığına kendimi ikna ederim. Peki ya bunun gibi gerçek hayat hikayeleri ne olacak? Nasıl atacağım içimden o yumruyu dışarı?

Amy sanki bizlere bir iki önemli birşey anlatmaya gelmiş, kendini sansürlemeden onları söylemiş, doya doya acısını, aşkını, gözyaşını yaşamış, sonra Nil’in de söylediği gibi “erkenden sönmüş” bir kadın. Sesi ciğerlerinden geçip ağzına ulaşmıyor, kalbinden çıkıp kalbimize saplanıyor. Onun sesini dinlerken de, aynı hikayesini dinlerkenki gibi insanın içine bir yumru oturuyor. Ah Amy, mutfağın yerine çöküp çektiğin acıyı da, “gitmem de gitmem o rehabilitasyona” dediğin asi tavırlarını da, o kadar doğal, o kadar naif dökmüşsün ki satırlara; yıllarca çalışıp didinsem ben ulaşamam o yalınlığa, sade anlatıma. Ayrı bir letafet var senin yazdığın her satırda, üflediğin her notada. “Aynı dönemde yaşamıştık, o olayların hepsini hatırlıyorum” diyebilecek kadar “şanslı” olmak kalıyor kala kala bu hikayede benim payıma. Ama gönlümden geçen, keşke biraz daha dayansaydın da buralarda, anlatsaydın tekrar tekrar nasıl birşeymiş ‘gerçek olabilmek’ biz fani dünyalılara. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ