Ana içeriğe atla

Nasıl Akıl Sağlığımı Korumayı Planlıyorum?



“2016 bir Tarantino filmi gibi geçiyor” diye okumuştum bir yere. Filmden ziyade her bölümü ayrı işkencelerle bezeli uzun soluklu bir dizi olmadı mı bu? Bugün ben de herkes ile birlikte Trump’ın Amerika başkan olması ile açılan yeni sezona uyandım. Biraz tanıdık hisler kapladı önce içimi. “Ama nasıl?”, “Kim?”, “Nerede peki bu insanlar?”, “Hiç mi görmediler, düşünmediler, hissetmediler, anlamadılar?” diye düşündüm. Sonra zaten bu işlerden bir türlü anlayamadım diye kendi kendime hayıflandım. Facebook sayfam Trump resimleri ve söylemleri ile doldu, taştı. Yıllardır adını, sanını, şöhretini duyup, neye benzediğini hiç merak etmediğim bir adam, ne kadar ötelemeye çalışsam da gelip edepsizce gündemime oturdu. Zaten öylesi adamlar sevimsiz yüzleri, elleri, sesleri ve söylemleri ile gelip sürekli soframıza, yemeğimize, sohbetlerimize dadandıkları için olmuyor mu tüm bu olanlar? Dünya, çok eskimiş bir teknolojik eşya gibi; parça parça her yerinden dökülürken, her gün başka bir tarafı arıza verirken, bugün burasını düzeltsem, yarın şurası bozulacak gibi dururken, ben sanki yapmam gereken daha birçok şey varmış, ama elimden hiçbir şey gelmiyormuş gibi hissettim bugün.

Lakin, herkes gibi benim de kendimce hayatta kalma stratejilerim var. Kimisi Facebook’ta bağırıp çağırarak, kimisi sessiz kalarak, kimisi ise toptan umursamayarak koruyor kendini bu densiz gündemden. Bense, okuduklarımdan, anladıklarımdan, sindirdiklerimden çıkardığım sonuca göre, önce kendi akıl sağlığımı korumam gerektiğine kanaat getirdim. En azından böyle bir imkanım olduğu sürece. Kafam bir akvaryum gibi, ancak içi doğru dürüst temizlendiği zaman, balıklar özgürce yüzüp, gezip, etrafa güzellik saçabiliyorlar. Aksi takdirde bulanık suda, ne fikirlerim taze ve berrak kalabiliyor, ne ürettiklerim bir şeye benziyor. O yüzden ben öncelikle elimden geldiğince kendime çalışıyorum. Biri olmazsa, diğeri olsun, ama mümkünse hepsi birden hep olsun dediğim bir beşlim var, onlara yöneliyorum.

1.    Yaratıcılık: Çirkin diktatörler, kötü rejimler, inanılmaz facialar, hatta sanatçılar bile gelip geçiyor, ama sanat kalıyor. Üretmek ve yaratmak hep baki. Yaratıcılık, benim için sadece müzik yapmak, beste yapmak ya da yazı yazmak değil. Bazen kafamdan yeni bir yemek tarifi uydurduğumda kendimi çok yaratıcı hissediyorum, bazen bir arkadaşım için kartpostal yazdığımda, bazense Instagram için çektiğim bir fotoğrafta. Büyük harfle değil, küçük harfle yaratıcılık diyorum. Evde, okulda, işte, günlük hayatta, her yerde. Julia Cameron’un Sanatçı’nın Yolu kitabı bu anlamda mihenk taşlarımdan biridir.  
2.     Psikoloji: İnsan psikolojisi üzerine okumak büyük bir tutkum. Okudukça kendimi anlıyorum, hayatım bir yapbozun parçaları gibi bir araya geliyor. Çok basit sandığım bir düşüncenin veya duygunun bile katman katman derinlerini görünce, başka insanları da dinlemesi, anlaması ve sindirmesi kolaylaşıyor.
3.   Spor: Hep “daha çok yapmam lazım” diye kendi kendimi yesem de, uzun yıllardır aslında düzenli sporumu ihmal etmiyorum. Herhangi bir spor yapıyor olduğum sürece ne yaptığımın da önemi yok. Koşuyorum, yüzüyorum, dağ yürüyüşüne çıkıyorum, yürüyorum, işe bisikletle gidip geliyorum. Spor yaptıktan sonra salgılanan serotoninin de etkisi ile olsa gerek, kendimi farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyorum.
4.  Meditasyon: Genellikle akşamları yatmadan önce, her şeyi kapatıp, dünyayı susturuyorum. Bazen yürürken ya da müzik yaparken de meditatif hissettiğim oluyor kendimi. Son zamanlarda ise Insight Timer adında bir telefon uygulaması üzerinden çalışıyorum.
5.  Doğa: Dağ, bayır, çayır, göl, ne varsa gidiyorum. Yeşili görmeden rahat edemiyorum. Dışarda koşmadığım zamanlarda, en azından doğada, parkta yürüyüşe gidiyorum. Sonbaharda düşen, ilkbaharda şımaran yapraklara bakıyorum uzun uzun. Hayvanları seyrediyorum (insan olmayanları). Doğayı, yazıyla kışıyla, karıyla soğuğuyla kabul edip, hayatıma davet etmeye çalışıyorum.

Sonrası mı? Ben de bilmiyorum. Ama sanırım, içimdeki aktivisti dinleyip, zamanla göreceğim beni nerelere götüreceğini. Her küçük adımı önemseyen bir adam olarak, insanlar ve hayvanlarla ilgili çalışmaya, düşünmeye, fikir üretmeye devam edeceğim. Müzik yapmaya devam edeceğim. Sanatın, yaratıcılığın, müziğin sadece belli kişiler için değil, herkes için olduğunu anlatmaya devam edeceğim. Elimden gelenin en iyisini yaptığıma kendimi inandıracağım. Sonra da iyi şeyler olmasını dileyeceğim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneciğime Mektup

Anneanneciğim, Sen gidince önce bir acı saplandı kalbime. Nefes alamadım. Hangi kapıyı çalıp, kime ağlayacağımı bilemedim. Çocukluğum, Kadıköy’üm, fasulyeli otluğum, ne varsa kaydı ellerimden, hepsinin parçalanıp dağılışlarını izledim. Omzumdaki melek yaralandı, Kadıköy’deki kapı hızlıca çarparak yüzüme kapandı. Ne meleğe ulaşabildim, ne kapıyı açabildim, ne de acının içinden geçebildim. Durdurup dakikaları, saniyeleri, bekleme odasında olsan geçmeyecek zamanları, “Nereye gidiyorsun?” demek istedim. Sen gidince anneanneciğim, kim dinleyecek, kim destekleyecek beni bu kadar bilemedim. Kim bakıp Türk kahveme en sıcak, en “kısmet”li gelecekten bahsedecek, kim beni her görüşünde “kurban olurum sana” deyip yaşlı gözlerle boynuma sarılacak, kim hiç doymayacakmışım gibi beni sürekli yedirecek, tahayyül edemedim. Kısacası, sen gidince anneanneciğim, isyan bile edemedim. Öylesine üzgündüm ki, gözyaşlarım savrukça yere düşerken, o kefenin içindekinin sen, o tabutu tutanın ben olduğuma ina

DOT Marsta - Pornografi

Tiyatro eleştirmenliği haddime düşmez, ama uzun bir aradan sonra önceki akşam izlediğim Dot'un Pornografi oyunu beni kendime getirdi. Özlemişim böyle insanın suratına bi tane indiren oyunlar izlemeyi. Bu tarz oyunlar normalde bana ağır gelir, bedenim oyunun sonuna kadar salonda kalsa da, aklım çoktan salonu, hatta semti terketmiş olur. Ama bu öyle olmadı. Her şeyi pür dikkat dinledim, herkesi, her hareketlerini pür dikkat izledim. Ya çok iyilerdi, ya ben tiyatroyu çok özlemiştim. Ya da her ikisi de. Daha fazla saçmalamadan, BURAYA tıklayarak veya biraz daha aşağı inerek oyun hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğinizi söyleyim, ve bu güzel Pazar akşamına noktayı koyim. Herkese iyi haftalar.. PORNOGRAPHY / PORNOGRAFİ İLK OYUN 19 KASIM 2009 Yazan: SIMON STEPHENS Yöneten: MURAT DALTABAN Çeviren: PINAR TÖRE Oyuncular: EMEL ÇÖLGEÇEN , EMRE YETİM, BERRAK KUŞ, CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, UMUT KURT, GİZEM ERDEM, HAKAN MERİÇLİLER, İPEK BİLGİN 2 Temmuz 2005 LIVE 8 KONSER

Sakin Manifesto

Bağıra çağıra kendini ifade eden insanlardan olmadım ben. Bacaklarını kocaman açıp oturan adamlardan da. Sakızı patlayarak çiğneyenlerden de. Etrafa sebepsiz kızgın bakanlardan da. Olmayacağım. Bu dünyanın “yırt parçala at” tarafını destekleyen insanlar varsa ben inadına kibar tavrımı koruyacağım. Eleştirilere açık olacağım ama kabalığa değil. Hayatta kalmak için onların sertliğinin, bilgiçliğinin, hoyrat dillerinin parçası olmayacağım. Hayatın içindeki küçük mutlulukları sevmeye devam edeceğim. Merdivenlerden bebek arabasını indirmeye çalışan anneye yardım etmek ve onun minnettar bakışı gibi. Yürüyen merdivenlerden korkan yaşlı amcaya el uzatmak gibi. Toplu taşımada tanımadığın birisi ile göz göze gelip aynı şeye gülebilmek gibi. Yolda hapşıran birisine çok yaşa diyebilmek gibi. Roger Ebert’in “Kibarlık bütün politik görüşlerimi özetliyor” sözünü okuyup, uzaklara dalmak gibi. 

Yeni Şarkım 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) ve Hikayesi

Adı üstünde Sevgililer Günü ve o günün omuzlarımıza bindirdiği yükler sebebiyle ağrıyan sırtlarımız hakkında bir şarkı 14 Şubat/Sırtım Ağrıyor. Sinsi sinsi içimizi kemirip yanımıza yatan, bizi bile uyutan ama kendileri uyumayan canavar düşüncelerimiz de var içinde; birilerinin doğurduklarını hiç acımadan doğrayan caniler de. Yani aslında çok da neşeli bir şarkı değil. Fakat şarkıyı sahne performansı çok şen şakrak geçti. Gülenler ve kahkaha atanlar çok bol oldu, bir yerde dayanamayıp ben bile sözlerin ortasında gülmeye başladım. Sebebini bilmiyorum. Sanırım sadece benim kafamın içinde döndüğünü sandığım deli saçma cümlelerde birşeyler buldu dinleyenler kendilerinde o gün. Çok da güzel oldu. Benim içinse hafif komik olan birkaç durum daha vardı. Bunları paylaşmak istiyorum. Çok sevgili gitarist arkadaşım Manuel Stübinger’den bu şarkıda bana gitarla eşlik ederken ayrıca loop station da kullanmasını rica etmiştim. Bilmeyenler için ne olduğunu söyleyelim. Sesinizi veya çaldığ