90’lı yıllar. Türkçe pop müzik almış başını yürümüş. Benim de en büyük hayalim büyüyünce onlardan biri olmak. Öyle şarkılar yapmak, çalmak, söylemek. Hatta Ali var, ortaokuldaki en samimi arkadaşım. Okul çıkışı hep planlar yapıyoruz, nasıl Türk popunun yeni yıldızları olabiliriz diye. Bazen de beraber şarkılar söylüyoruz okuldan sonra, eve dönüşlerde. Ortaokuldan sonra, ergenlikti, liseydi derken, hayat bir şekilde beklediğimden farklı gelişti ve kendimi üniversitede Turizm ve Otelcilik okurken buldum. Onu da sevdim, çok da güzel vakit geçirdim - ama içimdeki çocuğu bir yerden sonra daha fazla susturamadım. Aklım başına dank ettiğinde üniversiteyi bitirmek üzereydim. Hatta güzel bir iş bile bulmuştum. Ama ne olduysa o ara oldu. Kime, neye, nasıl tutundum bilmiyorum, fakat “Ben müzisyen olmak istiyorum” dedim. “En lüks otelde, en üst pozisyonda süper paralar kazanacağıma, bir okulda müzik öğretmeni olmak çok daha değerlidir” benim için dedim ve ikinci üniversitemi okumaya karar verdim. Türkiye’de ikinci üniversite okumak isteyene önce “bir dur” derler. “Oku oku nereye kadar?” derler. “Bıkmadın mı okumaktan?” derler. “Delirdin mi?” derler. Neyse ki annem onlardan değildi, sonuna kadar destekledi. Muazzez Hoca da onlardan değildi. Beni sınavlara öyle bir hazırladı ki, beklediğimden çok daha iyi okulları kazandım. Sonrasında yatay geçişiydi, Erasmus’uydu derken müzik bölümünü 3 ayrı üniversitede okuyarak, harika insanlarla tanışıp arkadaş olarak, her anının tadını çıkararak bitirdim. Okul hayatı boyunca önce kendimden çıkan sesleri tanımayı öğrendim. Sonra, konserlere çıkıp, dizlerimin titremesine aldırmadan, insanların gözlerinin içine bakarak şarkı söylemeyi öğrendim. Dünyanın çeşitli yerlerinden müzisyenlerle bir araya geldim. Çocukluk idolüm Sezen Aksu ile aynı sahneyi paylaştım (sahnedeyken kendimi cimcikledim). Ve bir yazıya sığdıramayacağım pek çok güzel deneyimi sırt çantama atarak okulu bitirdim. Derken Almanya macerası başladı. Kendimi Münih’te müzik öğretirken buldum. Çok da keyif aldım. Kendi koromu kurdum, başka korolarda şarkılar söyledim, yeni enstrümanlar öğrendim, Alman çocuklara Türkçe şarkılar öğrettim. O iş de bittikten sonra Münih Müzik Yüksek Okulu’nda doktora yapmaya başladım. Bir taraftan da para kazanmak için türlü işler yaptım. Fakat o süreç biraz ağır geldi ve kendimi sert bir girdabın içinde buldum. Vizeydi, işti, çalışmaydı, para kazanmaydı derken doğru düzgün müzik yapamadığımı fark ettim. Müziği hayatımın merkezinden dışarıya taşırınca, yerine ne koyarsam koyayım dolamadı bir türlü o kap. Bir şeyler hep eksik kaldı. Geceleri kötü rüyalar, gündüzleri gözyaşları eşlik eder oldu hayatıma. Yine güzel şeyler oluyordu, yine hayatımda güzel insanlar vardı; hatta yaşadığım hayat dışarıdan bakınca harikulade idi. Ama bana ait değildi. O zaman hayatımda ilk defa gördüm ki, tarih çizgi halinde değil, spiraller çizerek ilerliyormuş. Tam da bu yüzden, yine kime, neye, nasıl tutunduğumu bilemeyerek her şeyi arkamda bırakmaya ve yeni bir sayfa açmaya karar verdim. İşi bıraktım, doktoraya ara verdim, çay demledim, balkona çıktım, uzun uzun okudum, düşündüm, yazdım. Yıllar önce arkadaşımın hediye ettiği, ama bir türlü okuyamadığım bir kitap gözüme ilişti gözüme kütüphanemde. Julia Cameron ve Sanatçının Yolu. Açıp okumaya başlayınca gördüm ki, o kitap kendi gününü bekliyormuş. Okudukça fark ettim ki, kalbimde en derinlerdeki çocuğun yapmak istediği şey 90’larda hayran olduğu sanatçılar gibi şarkı söylemekmiş. Şarkı söylemek, beste yapmak, ve onları paylaşmak. O zamana kadar kendim de dahil herkesten sakladığım şarkıları nihayet sandığın içinden bir bir çıkardım, biraz tozlarını aldım, “aman bir şeye benzemiyor” bunlar diye bir köşeye attığım şeyleri tekrar dinleyip, bu sefer “e o kadar da kötü değilmiş” bunlar demeye başladım. Üstüne yenilerini yaptım. Nasıl biriktirmişsem artık, kusar gibi arka arkaya şarkılar yaptım. Ve zamanla tekrar yolumu bulmaya başladım. Müzikle, aşkla, sevgiyle. Bebek gibi emekleyerek, düşerek, kalkarak. Ama ümidimi kaybetmeden.
Sonunda o şarkılardan 4 tanesini albüm formatında ortalara saldım. İsmi Ümitvâr. Kapağında hafif gülümseyen, biraz muzip, biraz melankolik, ama bolca ümitli bir Sezgin var. Neden? Çünkü öyle bir insanım. Önce ümit ediyorum, sonra teşekkür ediyorum, biraz da gülümsüyorum. Odalarda ışıksız kalsam da, ümit etmekten vazgeçmiyorum. 4 şarkıyı da aklımda ilk çalan şekillerine ve en yalın hallerine sadık kalarak düzenlemek istedim. Paul Solecki ve Manuel Strübinger ile başbaşa verdik, düzenledik, güldük, çaldık, kahve içtik, söyledik, kaydettik. Ruairi O’Flaherty mastering yaparak kayıtların üstüne cila çekti. Emma Jane kapak fotoğrafını çekti. Anna Sette onu tasarladı ve üstüne illüstrasyonları yaptı.
Bu albümle beraber ümitvâr ruh halim daha bir şahlandı. Hayata daha pozitif bakar oldum. Hala beklediğim, inandığım şeyler var. İnsanların birbirini daha iyi anlamasını ümit ediyorum ben mesela. Daha çok tolerans, daha çok empati, daha az acı ümit ediyorum. Hayvanlara üstten bakacağımız ve eziyet edeceğimiz günlerin sona ereceğini ümit ediyorum. Ve sonra teşekkür ediyorum. Bu yolda bana eşlik eden tüm dostlara, aileme, öğretmenlerime. Her bir satırını el emeği göz nuru dokumaya çalıştım şarkılara da teşekkür ediyorum. Beni seçtikleri için. Umarım size de bir yerlerden dokunurlar.
Zor günler hep olacak. Yeter ki biz ümit etmesini bilelim.
Sevgiyle, Sezgin
Sonunda o şarkılardan 4 tanesini albüm formatında ortalara saldım. İsmi Ümitvâr. Kapağında hafif gülümseyen, biraz muzip, biraz melankolik, ama bolca ümitli bir Sezgin var. Neden? Çünkü öyle bir insanım. Önce ümit ediyorum, sonra teşekkür ediyorum, biraz da gülümsüyorum. Odalarda ışıksız kalsam da, ümit etmekten vazgeçmiyorum. 4 şarkıyı da aklımda ilk çalan şekillerine ve en yalın hallerine sadık kalarak düzenlemek istedim. Paul Solecki ve Manuel Strübinger ile başbaşa verdik, düzenledik, güldük, çaldık, kahve içtik, söyledik, kaydettik. Ruairi O’Flaherty mastering yaparak kayıtların üstüne cila çekti. Emma Jane kapak fotoğrafını çekti. Anna Sette onu tasarladı ve üstüne illüstrasyonları yaptı.
Bu albümle beraber ümitvâr ruh halim daha bir şahlandı. Hayata daha pozitif bakar oldum. Hala beklediğim, inandığım şeyler var. İnsanların birbirini daha iyi anlamasını ümit ediyorum ben mesela. Daha çok tolerans, daha çok empati, daha az acı ümit ediyorum. Hayvanlara üstten bakacağımız ve eziyet edeceğimiz günlerin sona ereceğini ümit ediyorum. Ve sonra teşekkür ediyorum. Bu yolda bana eşlik eden tüm dostlara, aileme, öğretmenlerime. Her bir satırını el emeği göz nuru dokumaya çalıştım şarkılara da teşekkür ediyorum. Beni seçtikleri için. Umarım size de bir yerlerden dokunurlar.
Zor günler hep olacak. Yeter ki biz ümit etmesini bilelim.
Sevgiyle, Sezgin
Yorumlar